turk mali radar sistemi. trafikteki araclara bol bol ceza yazilmasi ile ünlü kendisi.
142 gundur tutuklu ve dun ilk defa hakim karsisina cikti.
özdağ'ın tutukluluk halinin devamina karar verildi ve dava 17 hazirana ertelendi.
özdağ'ın tutukluluk halinin devamina karar verildi ve dava 17 hazirana ertelendi.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçlamasıyla tutuklu bulunduğu davanın ilk duruşması bugün saat 10.30'da başladı. Savcı Özdağ'ın tutukluluğunun devamını isteyerek mütalaasında 1,5 yıldan 4 yıla kadar hapis istedi.
tutuklanmasının üzerinden geçen yaklaşık 5 ayın sonunda (143 gün) ilk defa hakim karşısına çıkan sayın Özdağ Savunmasında;
Bugün burada mahkemenizde sanık olarak bulunmam, 142 gün tek kişilik bir hücrede tutuklu olarak tutulduktan sonra mahkemenize getirilmem Anayasa ve yasalar ihlal edilerek, zor kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Anayasal ve yasal haklarım çiğnenerek mahkemenize getirildim.
Sayın Hâkim;
Yaşadığım bir başka yargılanma sürecini, mahkemenize anlatarak savunmama başlamak istiyorum. 1999 senesinde İzmir'den Prof. Dr. Ergun Aybars beni aradı, bana; “Bir emekli subay yanımda doktora tezi yazdı, konusu PKK ve ben PKK konusuna pek hakim değilim, jüriye girer misiniz?” dedi. Tezi bana yolladı, tezi inceledim. Güzel bir tezdi. Jüride tez kabul gördü. Hem hukukçu hem de asker olan tezin yazarına, ben bir düşünce kuruluşu kuruyorum diyerek Ankara'da benimle çalışması için davet ettim. ASAM'ı kurduktan sonra, ASAM bünyesinde bir yayın çıkardık ve yayının ilk kitabı olarak da bu kişinin tezini bastırdık. Kitabın yayınlanmasından takribi 1 ay sonra, bu tezin yazarını, PKK propagandası yaptığı iddiası ile DGM'den çağırdılar. Beni de bu kitabın yayıncısı olduğum için aynı iddia ile çağırdılar. Çağıran, dönemin tanınan çok güçlü savcılarından birisiydi. Tarafıma savcı tarafından sorulan soru şuydu; Bu kitabın üstünde neden PKK'ya ilişkin fotoğraf var? Ben de “Kanarya kitabı olsaydı kanarya fotoğrafı olurdu” diye cevap verdim ve ekledim; “Sayın savcım, siz de biz de PKK ile mücadele ediyoruz. Siz uygulamalı olarak biz de nazari olarak bu mücadeleyi veriyoruz”. Savcı bana, “PKK ile mücadele sizin işiniz değil” dedi ve ben de kendisine “Bunu söylemek sizin işiniz değil” diye cevap verdim.
Dönemin Yargıtay Başsavcısından randevu alarak yanına gittim, sayın savcım durum bu, komedi filmi gibi dedim. Dava açıldı ve bahsettiğim tezin yazarı ile birlikte DGM'ye duruşmaya gittik. Duruşmada biz anlattık, hakimler de gülerek dinledi. Hakkımızda beraat kararı verildi. Bundan yaklaşık 15-20 gün sonra, Adalet Bakanlığı'ndan bir Genel Müdür aradı. Öcalan'ın yakalanışı sonrası PKK ile mücadele stratejileri ile ilgili hakimlere ve savcılara konferans verir misiniz diye sordum. Önerilen tarihte yurt dışında olduğum için, bahsettiğim tezin yazarı olan aynı zamanda ASAM'ın Terörizm Araştırmaları Masası başkanı olan kişiyi konferansa gönderdim. Konferanstan sonra kendisiyle konuşurken kendisine, “Savcı da orda mıydı?” diye sordum. “Oradaydı” diye
cevap verdi. “Bir şey söyledi mi? Ne dedi?” diye sordum. “Bir yanlışlık oldu” dedi diye cevap verdi.
Bir gün bu davanın savcısı da aynı şekilde, “bir yanlışlık olmuş” diyecek.
Sayın Hâkim;
19 Ocak'ta Antalya'da yaptığım bir konuşmadan ötürü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 20 Ocak sabahı, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla, hakkımda re'sen soruşturma başlatıldı. 20 Ocak saat 19.30'da Ankara'da gözaltına alındım. İstanbul'a getirildim. Geceyi Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde geçirdim. Ertesi sabah bu suç isnadı ile Çağlayan Adliyesi'nde sevk edildim ve savcılık tarafından Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile ifadeye alındım. İfademin ortasında savcı yeni bir soruşturma dosyası açmadan, Kayseri'de 30 Haziran 2024'te gerçekleşen toplumsal olaylar ile ilgili sorular sordu ve sonra tutuklamaya sevk etti. 21 Ocak'ta Ankara Başsavcılığı Parlamenter Büro'da bekleyen 11 şikayet ile ilgili 11 iddianame hazırlandı. Özetle adli değil, siyasi bir süreç ile karşı karşıyayız. Neden gözaltına alındım ve tutuklandım? Bu sorunun cevabını, siyasi Kürtçü camia içerisinde bulunan şahısların beyanlarından vereceğim.
Kürtçü hareketi yakından hatta içinden izleyen, Öcalan ile yapılan görüşmeleri kamuoyuna duyurulmadan 1 sene önce paylaşan Abdurrahman Semavi Temel; kısa bir süre önce Medyascope adlı YouTube kanalında gazeteci Ruşen Çakır'ın “Bu sürecin sabote edilme ihtimali sizce artık bitti mi? Böyle bir ihtimal kalmadı mı?” şeklindeki sorusuna şöyle cevap vermiştir: “İhtimal her zaman vardır fakat minimum seviyededir diyebilirim. Birinci süreçte yaşandığı gibi çok maksimum seviyede değil. Bu minimum seviyede olmasının sebebi, biraz daha çarpıcı bir şey söyleyeceğim, Öcalan'la devletin mutabakatı son derece karşılıklı güven zemininde gelişti. Bu çok anlamlıdır. Dolayısıyla bu süreci manipüle edebilecek, sabote etmeye yönelik herhangi bir adım her iki tarafın mutabakatıyla bertaraf etme kararı vardır. Yani her iki tarafın mutabakatıyla, buna siz isterseniz imha deyin, isterseniz farklı bir şey deyin. Ama bertaraf edilme şey yapılıyor. Yani dikkat edin. Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ bile içeride.”
DEM Parti grup başkan vekili Sezai Temelli de açıklama yaptı: “Ümit Özdağ'ı serbest bırakmayın” dedi. Benim burada olma nedenim, Kayseri'de veya herhangi bir yerde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmem değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün organları, Ümit Özdağ'ın Türkiye'nin aleyhine olacak hiçbir şey yapmayacağını bilir. Bu tespiti yaptıktan sonra konunun hukuki boyutuna dönmek istiyorum.
Sayın Hâkim;
Ben bir siyasetçiyim, bir siyasi parti genel başkanı olan bir akademisyenim. Siyaset Bilimi profesörüyüm. Siyaset Bilimi'nin birçok alt dalı vardır. Siyaset Sosyolojisi, Siyaset Psikolojisi hatta Uluslararası İlişkiler de Siyaset Bilimi'nin alt dallarıdır. Benim uzmanlık alanım ise Güvenlik Bilimleri'dir. Güvenlik Bilimleri, Uluslararası İlişkiler, terörizm araştırmaları, istihbarat bilimi, silahlı kuvvetler ve çatışmaların incelenmesinin bir sentezidir. Ordu-siyaset ilişkileri, terörizm ve anti-terörizm çalışmaları, etnik çatışmalar, istihbarat araştırmaları, Ortadoğu ve Avrasya araştırmaları konularında yıllarca çalıştım. Bu konularda 29 kitap, yüzlerce makale yazdım. Polis Akademisi'nde, Polis istihbaratta, Harp Okulu'nda, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda ve Adalet Yüksek Akademisi'nde dersler verdim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatlerini, Türkiye dışında özel ve resmi olan görevlendirmeler ile birçok ülkeye karşı savundum. Bana devlet sırları emanet edildi. Taşıdım ve taşıyorum. Devlet tarafından üzerine çok gizli ibaresi koyulan belgeler yazdım, araştırmalar yaptım.
Akademik ve siyasi kariyerim, Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç tehdit ve dış düşmanlara karşı korunması için gereken politikaların geliştirilmesine ve siyasette uygulanmasına adanmıştır.
Sayın Hâkim;
Anadolu, dünya tarihinin en zor coğrafyasıdır. Meksika Körfezi'nde, Bermuda Şeytan Üçgeni denilen bir bölge vardır. Bu bölgede uçaklar ve gemiler kaybolur. Kimse ne olduğunu bilmez. Anadolu da zayıflayan devletler ve milletler için Bermuda Şeytan Üçgeni'dir. Anadolu'nun 10 binlerce senelik tarihinde bu coğrafyada kesintisiz 1000 sene yok olmadan egemen olmuş iki ulus vardır. Hititler ve Türk milleti. Bu coğrafyada varlığımızı tehdit eden o kadar çok düşman ile karşı karşıyayız ki, ayağımız bir kere
kayarsa bir yere düşersek üzerimize saldırmak için bekleyenler derhal saldıracaklardır. Ben hayatım boyunca, Türkiye'nin bu saldırılara hedef olmaması için mücadele ettim.
Sayın Hâkim;
Bir doktor hastasını; “Bu hızla sigara ve içki içmeye devam ederseniz, kalp krizi geçirirsiniz.” diye uyarır ve hasta doktoru dinlemeyip içmeye devam ederek kalp krizi sonucunda ölürse, kalp krizinin suçlusu doktor değildir. Doktor bilgi ve deneyimi ile öngörüde bulunmuştur. Jeologlar her gün TV'lerde, hangi fay hatlarında gerilim olduğunu, kırılmanın kaç şiddetinde olacağını söylüyorlar. Deprem olunca Jeologlar mı suçlu olur yoksa önlem almayan siyaset mi?
Ben de, güvenlik bilimi uzmanı ve devleti yönetmeye talip bir siyasetçi olduğum da değerlendirildiğinde; dünyanın Kavimler Göçüne benzer bir küresel göç döneminden geçtiğini ve Türkiye'nin bu göçten en fazla etkilenen ülkelerin başında geldiğini görüyorum. Ülkemizin 2011'den bu yana, Suriye ve Afganistan'dan Stratejik Göç Mühendisliği ile yönlendirilmiş milyonlarca insanın oluşturduğu göç baskısı altında kaldığını görüyorum. Keza küresel ısınmanın tetiklemesiyle; ülkemize, Afrika ve Asya'dan da göçler gerçekleşiyor. Güvenlik bilimi uzmanı akademisyen siyasetçi olarak, toplumsal fay hatlarına binen yükü görüyorum. Ülkemizin güvenlik kolonlarının nasıl sarsıldığını tespit ediyorum ve bu tespitlerimi, toplum ile devlet ile uyararak paylaşıyorum. Türkiye'nin güvenliği için mücadele ediyorum. Bundan sonra da Allah ömür verdikçe, yardım ettikçe mücadele edeceğim.
Sayın Hâkim;
Türk Milleti, tarihin en köklü devletli milletlerinden birisidir. Devlet bir milletin siyasi ve hukuki örgütlenmesi ve bu örgütü silah gücü ile içte ve dışta egemen kılması demektir. Türklerde hukuk, töre kelimesi ile ifade edilirdi. Ve töre değerli olmasının ötesinde kutsallık taşırdı. “İl gider, töre kalır” şeklindeki Türk atasözü; devlet, toprak kaybedilse de törenin varlığını sürdürdüğü şeklindeki ifadesi, hukuka verilen önemi vurgular.
Türk Milleti'nin Karahanlı Devleti ile İslam'ı kitleler halinde benimsemesi sonrasında İslam dininin Adalet anlayışı da milletimizin ve devletimizin fikri ve ruhi temellerine nüfuz etmiştir. Maide Suresi 5. Ayet Türk-İslam Medeniyeti'nin hukuk anlayışının
çerçevesini çizer: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi Adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu takvaya daha uygundur. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptığınızdan haberdardır.”
Medeniyetimizin en önemli isimlerinden Fatih Sultan Mehmet “Kadıyı satın alırsan adalet ölür, adalet ölürse devlet ölür” diyerek, devletin temelinin adalet olduğunu vurgulamıştır.
Medeniyetimizin devlet-adalet ilişkisini ifade eden en temel tespitlerden birisi hiç şüphesiz “devletin dini adalettir” cümlesidir. Adaletsiz devlet, dinsiz devlettir.
Bir devletin temelleri ne kadar hukuka dayanır ise devlet o kadar güçlü olur. Bir devlet ne kadar hukuktan uzaklaşır ise o kadar temelleri çürür ve sonunda yıkılır. İnsanlık tarihi bunun yüzlerce örneği ile doludur.
Sayın Hâkim;
Ülkemiz ağır bir yargısal krizden geçmektedir. Anayasamızın 10. maddesi ihlal edilerek mevcut iktidara siyasi olarak muhalif olan yurttaşlara karşı Düşman Ceza Hukuku uygulanmaktadır. Muhalif siyasetçi ve yurttaşların anayasal ve yasal hakları askıya alınmaktadır. Benzer hatta aynı fiiller için iktidar mensupları ve muhalefet mensuplarına farklı cezalar uygulanmaktadır. Sanki ırkçı beyaz azınlık rejiminin yönettiği Güney Afrika'da Apartheid rejiminin siyahları ikinci sınıf insan gören hukuk uygulamasını yaşıyoruz. 1960'ların sonuna kadar ABD'nin güney eyaletlerinde de siyah Amerikalılar, kağıt üzerinde beyazlarla aynı anayasal haklara sahip olmalarına rağmen; siyahlar, beyazların mahkemelerinde beyazlar ile asla eşit olamıyordu. 2020'lerin Türkiye'sinde de biz muhalifler siyah Amerikalılar gibiyiz. Anayasal ve yasal haklarımız sadece kağıt üzerinde kalıyor.
Sayın Hâkim;
Arkanızda “Adalet Mülkün Temelidir” yazıyor. Bu üç kelimede, 4.000 yıllık Türk devlet felsefesi var. Bu üç kelimede aynı zamanda evrensel siyasal düşünceler tarihi ve hukuk felsefesinin özü bulunuyor. Adalet mülkün temelidir ifadesini duvardaki bir süs
olmaktan çıkaracak ve yaşama geçirecek olan hakimlerdir. Hakimlerin hukuk bilgisi, vicdanı, aklı, muhakeme gücü, entelektüel cesareti, hukukun temel ilkelerine ve Anayasa'ya bağlılığı ancak devletin temellerini adalet üzerine kurabilir.
Hakimler, vermiş olduğu kararlar ile anayasa ve yasal haklarını korumakla görevli oldukları yurttaşların kaderi üzerinde söz sahibidir. İnsanların kaderine de etki edebilmek, hakimlerin yarı-ilahi bir misyonu üstlendiklerini göstermektedir. Bu çok büyük bir manevi sorumluluktur.
Hakimler, anayasa ve yasalar çerçevesinde, kendilerinin hukuk bilgisi ve vicdanlarına emanet edilen yurttaşların hukukunu, yani Anayasa ve yasaları düşman ceza hukuku uygulamalarına karşı savunmalıdır.
Hakimlerin anayasa ve yasaları savunma cesareti, ülkemizin geleceğini de belirleyecektir. Hakimlerin hukuka bağlılığı ve cesareti, Adaleti tekrar mülkün temeli yapacaktır.
Sayın Hâkim;
Şimdi mahkemenize anayasal ve yasal haklarımın, nasıl ihlal edilerek buraya getirildiğimi anlatacağım.
Sayın Hâkim;
21 Ocak sabah 09.30'da; savcı, ben İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde iken, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'ne yazı yazarak, “01.07.2024 tarihinde, Kayseri ilinde vukuu bulan toplumsal olaylara, Zafer Partisi parti mensuplarının dahiline ilişkin durum tespit raporunun var ise yollanmasını istedi”; bildiğiniz gibi Başsavcılık, başka bir il emniyet müdürlüğüne değil, diğer ilin Başsavcılığına yazar. İlgili ilin Başsavcılığı, talebi, emniyet müdürlüğüne iletir. Ancak ben ifadeye alınacaktım. Kanunu, yönetmeliği uygulayacak vakit yoktu.
Kayseri Başsavcılığı'nın 30 Haziran-3 Temmuz 2024 tarihinde Kayseri'de olan olaylar ile ilgili, Ümit Özdağ ve Zafer Partisi'nin olaylara dahili ile ilgili başlatmış olduğu herhangi bir soruşturma 21 Ocak sabahı itibariyle yoktu. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün de Zafer Partisi veya Ümit Özdağ'ın olayları kışkırttığına dair bir tespiti de yoktu. Olsaydı zaten Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma başlatırlardı. Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü; ellerinde kanıt olup, Ümit Özdağ'ın Kayseri olaylarını tahrik ettiğini bilmelerine rağmen, soruşturma başlatmamış olsalardı büyük bir görev ihmali ile suç işlemiş olurlardı.
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, Ümit Özdağ'ın Kayseri olayları ile nasıl bir ilgisinin olduğuna dair yapmış olduğu tespit var mıydı? Şüphesiz vardı. Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün elinde nasıl bir bilgi olduğunu birazdan açıklayacağım.
Önce Kayseri'de olaylar neden başladı sorusunun cevabı verilmelidir. Neden, önce bu soruya cevap verilmelidir? Çünkü savcılık; iddianamede, Kayseri'de toplumsal olayların neden başladığını anlatmamış. İnanılır gibi değil. Savcıya göre Ümit Özdağ 2020 ile 2023 arasında X paylaşımları yapmış ve 2024'ün Temmuz ayında Kayseri olayları çıkmış. Oysa öyle değil. Şimdi olayları sırası ile inceleyelim. 30 Haziran 2024 akşamı, Kayseri Emniyetine bir ihbar geldi. 27 yaşında bir Suriyeli genç erkek İ. A, amcasının kızı Suriyeli 7 yaşındaki kız çocuğu M. A.'ya, umumi tuvalette taciz girişiminde bulundu. Kayseri valisi bu olayı, ALÇAKÇA diye nitelendirdi. Polis 27 yaşındaki tacizciyi gözaltına almak istediği zaman, tacizcinin ailesi polise direndi. Komşu Türk aileler, direnişi gördüler. Polise direnen Suriyeli aile protesto edildi ve bu protesto Kayseri'deki Suriyelileri protestoya dönüştü. 30 Haziran akşam saatlerinde başlayan olaylar, 3 Temmuz 2024'e kadar sürdü. Savcının iddianamede bu olaylardan bir kelime ile dahi bahsetmediğini görüyoruz. İnanılır gibi değil ama durum bu. 2 Temmuz 2024'te, saat 12.00'de; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü tarafından tutulan tutanakta, 3 ikamette ve 261 iş yerinde zarar, 5 işyerinde yangın, 12 aracın yakıldığı ve 142 aracın da zarar gördüğü tespit edilmiştir. Toplam 20 emniyet görevlisi ve 1 itfaiye eri yaralanmıştı. Bu tutanakta tek kelime ile bile Zafer Partisi'ndan bahsedilmemiştir.
Olaylarda 989 kişi gözaltına alındı. 23 kişi tutuklandı. 254 şahıs hakkında adli kontrol kararı alındı, 719 şahıs Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından serbest bırakıldı. Bu 989 kişi arasında 1 tane bile Zafer Partili yoktu.
Sayın Hâkim;
Savcılığın iddia ettiği gibi olayları ben kışkırtsaydım, gözaltına alınanlar arasında Zafer Partililer olurdu. Herhalde Zafer Partisi Genel Başkanının kışkırtmalarından, en önce etkilenecek olanlar Zafer Partililer olurdu.
Sayın Hâkim;
Suriyeli İ. A.'nın, amcasının kızı M. A.'yı bir çok kız istismar ettiği Kayseri 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılama sırasında ortaya çıkmış ve İ. A. Mart 2025'te 24 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu davanın iddianamesi hazırlandığı zaman mahkeme sonuçlanmıştı. Savcılık bu durumu bilmesine rağmen olayların gerçek nedenini mahkememizden gizlemek için iddianamede yer vermemiştir.
Sayın Hâkim;
Kayseri'deki olayları sosyal medyada duyulunca, bazı sosyal medya hesaplarından olayların tahrik edilmek istendiğini tespit ettim. Kayseri'de çıkan olaylar benim yıllardan bu yana iktidarı ve Türk kamuoyunu uyardığım, olabileceği konusunda dikkat çektiğim türden, olumsuz bir gelişmeydi.
Olayların olduğu gece; Kayseri halkını sükunete, devlet güçlerine yardımcı olmaya ve eve dönmeye çağırdım. Olayların devam etmesini ve kışkırtıcı dezenformasyonu engellemek amacı ile 1 Temmuz saat 00.41'de şu X paylaşımını yaptım:
“Kayseri'de Eskişehir Bağları mahallesinde -Suriyeli bir sığınmacı, 5 yaşındaki başka bir Suriyeli kız çocuğuna tecavüz eder. -Tecavüzcüyü almak isteyen Polise karşı, tecavüzcünün yakınları zorluk çıkarır ve olaylar büyür. -Mahallede yaşayan Türkler olayı duyunca polise direnen Suriyelilere tepki gösterir. Diğer mahallelerden gelen Türkler de sokağa çıkar ve Suriyelilere tepki gösterirler. -olaylar bir anda büyür. Polis sayısı yetersiz kalır. Valilik talimatıyla istirahatli tüm polisler acil göreve çağırılır -Valilik Polislere Suriyelileri koruyun talimatı verilir. Suriyeli nüfusun yoğun olduğu *Danişmend Gazi* Mahallesinde de Kayseri halkı sokağa çıkarak gösterilere başlar. O mahalleye de Polis sevk edilir. Olayların bu noktaya gelmesinin nedeni hiç şüphesiz şımartılan Suriyelilerin tecavüzcüyü polise vermeyip, direnmesidir. Sevgili Kayserililer, polis güçlerine yardımcı olarak evlerinize dönün. Tepkinizi gösterdiniz. Olayların büyümesi Türkiye'nin düşmanlarının işine yarayacaktır.”
Benim bu paylaşımı yapmam üzerine birçok tahrikçi hesaptan bana, ağır eleştiri ve küfürler yağmaya başladı. Bu tahrikçi hesaplardan birisini alıntılayarak ifşa ettim ve halkı sükunete ve yine eve dönmeye davet eden şu X paylaşımını da saat 01.33'te yaptım:
“yanlış diyebilmek için açık adını buraya yazacaksın. Kayseri'ye gideceksin. Oradan sokaktan fotoğrafını paylaşacaksın. Böyle sahte isimler ile sosyal medyadan Türk Milletini sokağa çağırmayacaksın. Halk tepki gösterdi. Bu yol ile kimse yollanmaz sadece ülke emperyalizmin istediği gibi karıştırılır. Suriyelileri, Afganları yollamak istiyorsan oyunu Zafer Partisi'ne vereceksin ve hukuk içinde gidecekler. Sevgili Kayserililer, polis bizim, devlet bizim, ülke bizim. Şehrinize sahip çıktınız. Artık evinize dönün. Bilinçli, bilinçsiz tahrikçilere izin vermeyin.”
30 Haziran-1 Temmuz tarihlerinde halkı sükunete ve eve dönmeye davet eden ve Kayseri olayları ile ilgili bu 2 X paylaşımım iddianamede var mı? Yok.
1 Temmuz sabahı Genel Başkan Yardımcım, eski şeker fabrikaları genel müdürü Seyit Yücel, Ali Dinçer Çolak ve o dönem Başdanışmanım olan 15 Temmuz gazisi emekli emniyet müdürü ve avukat Fatih Eryılmaz'ı Kayseri'ye yolladım. Onları halka sükunete davet etmekle görevlendirdim. Zafer Partisi heyeti, Kayseri'de emniyet yetkilileri ile de görüştü ve Seyit Yücel ile Fatih Eryılmaz şu X paylaşımlarını yaptılar:
Seyit Yücel:
“Genel Başkanımız Sn. Ümit Özdağ'ın görevlendirmesi ile geldiğimiz Kayseri'de, Zafer Partisi il binamızda partili arkadaşlarımıza sabır ve sükunet içinde olmalarını, fiilen hiçbir olayın içinde olmamalarını, devletin güvenlik güçlerinin yeterli olduğunu söyledik. Ancak Kayseri'de her türlü kışkırtıcı ve tahrikkar ve unsurların yine işbaşında olduğunu üzülerek gözlemledik. Bu vesileyle Kayserili değerli vatandaşlarımızın da son derece uyanık ve dikkatli olmalarını, evlatlarını, gençlerimizi sokak eylemlerinden uzak tutmalarını önemle rica ederiz” açıklamasını yaptı.
Gazi Emniyet Müdürü ve Avukat Fatih Eryılmaz:
“Kıymetli Kayserililer. Dün akşam şehrimizde hiç birimizin görmekten hoşlanmadığı hadiseler yaşandı. Bu tablo oluşmasın diye sözle, yazıyla, işaret diliyle, uluslararası ilişkilerin, hukukun diliyle yıllardır iktidarı uyardık, uyaracağız. Milyonlarca sığınmacıyı ülkeye doldurarak Avrupa halklarının güvenliğini sağlamakla övünenler maalesef Türk milletinin huzurunu güvenliğini umursamadılar. Milyonlarca sığınmacı ve kaçağı sorgusuz sualsiz ülkeye doldurdukları gibi geri kabul anlaşması adında garip bir anlaşma ile Avrupa'ya nereden geldiği belli olmayan, ne idiği belirsiz kaçakları da ülkemize kabul ettiler. Kategorik olarak hiçbir millete düşman değiliz. Kayseri halkıda değil. Kayseri'de yaşananların tek sorumlusu iktidarın yanlış politikaları sonucu gerçekleşen sığınmacı işgalidir. Elinde sadece çekiç kalanlar yarattıkları sorunların sosyal, ekonomik, kültürel sebeplerine görmemek için gözlerini kapatıyorlar ve yanlış politikalarını yıkacak suçlular icat etmeye çalışıyorlar Kıymetli Kayserililer Bu ağır yükün öznesi de sığınmacılar değil yanlış politikaları ile bunu başımıza saran iktidardır. Kayseri halkı çalışkanlığı, üretkenliği ile temayüz etmiştir. Bunun yanında Kayseri halkı vatan, millet ve bayrak sevgisi ile temayüz etmiştir. bütün bunların üstüne Kayseri halkı zekası ile temayüz etmiştir. İktidarın reel politikten kopuk uygulamaları ile başımıza sardığı bu beladan da zekamızla çıkacağız. Haklı taleplerimizi haklı, meşru ve demokratik yollarla dile getireceğiz. Halka kulaklarını kapatanlar halkı dinlemek zorunda kalacak. Başımıza sarılan bu belanın birde evlatlarımıza, şehirlerimize zarar vermesine fırsat vermeyeceğiz. Sabır ve sükunet içinde olun ve fiilen hiçbir olayın içinde olmayın. Suriyeli sığınmacıların mutlu bir şekilde ülkelerine dönmelerinin sağlanması için devlet mekanizmasının çalışmasını sağlayacağız.
Genel Başkanımız Sn. Ümit Özdağ'ın görevlendirmesi ile geldiğimiz Kayseri'de olaylar ile ilgili incelemeler yaptık. Kayseri il binamızda partili arkadaşlarımız ve Kayserili hemşerilerimiz yapılan toplantıdaki açıklamamızı X' teki problemlerden dolayı bugün yayınlıyorum.” dedi.
Sayın Hâkim;
Savcılık, Kayseri Emniyeti'nin Zafer Partisi'ne müzahir dediği, hukuki hiçbir anlamı olmayan X hesabını iddianameye koyuyor fakat partimizin genel başkan yardımcılarının X paylaşımlarını da iddianameye koymamış.
Sayın Hâkim;
bütün bu olayları yatıştırmaya yönelik çağrı ve çabalarımı bilen, gören, Kayseri'de yaşanan olayları herkesten daha iyi bilmek durumunda olan; Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri Emniyet Müdürlüğü de Ümit Özdağ ile Zafer Partisi'nin olayları tahrik etmediğini, aksine yatıştırmaya çalıştığını biliyor. Ellerindeki bilgi buydu.
Ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün kurumları ve Türk halkı da Ümit Özdağ'ın, ne Kayseri'de ne başka bir yerde, halkı kin ve düşmanlık, kışkırtma faaliyeti içinde olmayacağını biliyor. Böyle bir kışkırtma, benim yaşam amacım olan Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti'ni savunma ilkesiyle ters düşmektedir.
Sayın Hâkim;
Esasen bir siyasi partinin genel başkanının, halkı kin ve düşmanlığa tahriki büyük bir olaydır ve milli güvenlik sorunudur. Böyle bir durumda Türk devletinin istihbarat ve güvenlik kurumları; her adımınızı izler, her açıklamanızı kaydeder, provokasyonlarınızı belgeler. Türk devletinin hafızası çok derindir. Hiç unutmaz. Eğer Ümit Özdağ halkı kin ve düşmanlığa tahrik etseydi önünüze 31 tane X paylaşımından oluşan böyle bir iddianame gelmezdi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, Ümit Özdağ'ın halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmediğini aksine tahriklerle mücadele ettiğini bilmektedir. Kayıtlarındaki husus budur.
Sayın Hâkim;
21 Ocak sabahı İstanbul Başsavcılığı, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'ne; çıkan toplumsal olaylara Zafer Partililerin dahline dair bir rapor var ise yollayın demişti. O güne kadar böyle bir rapor yoktur. İki saat içinde Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü bir evrak hazırlamış ve yollamıştır. Ancak Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün 2 Temmuz 2024'te saat 12.00'de olaylar ile ilgili hazırladığı bir tutanak vardı. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, bu tutanağı İstanbul Başsavcılığı'ndan gizlemiştir. Raporu gizlediler, çünkü gerçekler suç üretmiyordu. Bu tutanağın varlığını öğrenince savcılık kanadı ile dosyaya girmesi için avukatlarım talep etti. Tutuklanmam için gereken evrakı imzasız, damgasız 2 saatte yollayan Emniyet Müdürlüğü, hazır tutanağı 17 gün sonra yolladı.
Sayın Hâkim;
Sorulması gereken ilk soru şudur; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, kışkırttığını iddia ettiği, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı 7 X'i, aradan geçen 6,5 ay içinde soruşturmayı yürüten makam olan Kayseri Başsavcılığı'na neden vermemiştir? Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, görev ihmali mi yapmıştır? Kayseri İl Emniyet Müdürü gizli bir Zafer Partili midir? Bunun için mi bu X'leri gizlemiştir? Aslında Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı 7 X'den 2 tanesini Baykal Altay ve Murat Katfar'ın X'leri, olaylardan 10 gün sonra paylaşılmıştır. Olayları kışkırtması mümkün değildir. Hacı Ali Demirkaya'nın 2 X paylaşımı Kayseri olaylarından 5 ve 6 ay öncedir ve takipsizlik almıştır. Baykal Altay'ın son bir paylaşımı 9 Ağustos 2021 tarihlidir ve hakkında takipsizlik verilmiştir. sadece Oğuzhan Kumpınar'ın X paylaşımı, olaylardan 64 gün önce, 27 Nisan 2024'te yapılmıştır. Bu X ile ilgili Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü
11 Temmuz 2024'te olaylardan sonra soruşturma açmıştır. Kayseri Başsavcılığı, Oğuzhan Kumpınar'ın X paylaşımını incelemiş ve 9 Ağustos 2024'te 2024/24752 karar numarası ile kovuşturmaya yer olmadığı kararını vermiştir.
Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, 21 Ocak 2025'te İstanbul Başsavcılığı'na istenen evrakı düzenlerken Oğuzhan Kumpınar'ın X'i ile ilgili takipsizlik kararını bilmesine rağmen yazmamış, aksine soruşturmanın devam ettiğini ifade etmiştir. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, resmi evrakta yanlış bilgi vererek İstanbul Başsavcılığı'nı yanıltmıştır. Ayrıca, Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nün söz konusu raporu, şöyle bir tespit yapmıştır: “30.06.2024-03.07.2024 tarihinde ilimizde meydana gelen olaylar ile ilgili olarak haklarında işlem yapılan şahısların yüzde 68'nin 10-25 yaş aralığı, yüzde 38'nin 25 yaş ve üstü şahıs (toplam yüzde 106 ediyor) olduğu ve bu şahısların genel değerlendirmesinde Zafer Partili ve müzahir şahıslar tarafından sosyal medya platformlarında yapmış oldukları paylaşımlarda da etkilenmiş oldukları değerlendirilmektedir”
Kayseri İl Emniyet Müdürü'ne soruyorum. Sayın Müdür, böyle bir değerlendirmeyi hangi ölçüt ile yaptınız? Olaylara katılanlar arasında anket mi yaptınız? Olaylardan 13 gün sonra yapılan paylaşımlar, olayları nasıl etkilemiş olabilir? Böyle bir değerlendirme yapmak için neden olayların üzerinden 6,5 ay geçmesini beklediniz? Daha önce böyle bir değerlendirme yaptı iseniz, neden Ümit Özdağ veya Zafer Partisi ile ilgili soruşturma başlatmadınız ve neden bu konuda Kayseri Başsavcılığı'na bilgi vermediniz?
Bu soruların cevabı açıktır. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı değerlendirmenin doğru olmadığını biliyor. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün İstanbul Başsavcılığına vermesi gereken cevap; “Elimizde Zafer Partisi'nin veya Ümit Özdağ'ın Kayseri'de olayları kışkırttığına dair bir belge, bilgi yoktur. Olsaydı Kayseri Başsavcılığı ile paylaşırdık.” olmalıydı.
İstanbul Başsavcılığı da iddianameyi hazırlarken, gerçeğe aykırı olarak, Oğuzhan Kumpınar'ın 9 Ağustos 2024'te takipsizlik almış X paylaşımının soruşturmasının devam ettiğini, Kumpınar'ın şüpheli olduğunu ileri sürmüştür. Savcılık da mahkemenizi yanıltmıştır.
Sayın Hâkim;
Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nün İstanbul Başsavcılığı ve mahkemenizden gizlediği tek belge 2 Temmuz 2024'te saat 12.00'de tutulan tutanak değildir. Kayseri Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla mücadele Şube Müdürlüğü'nün hazırlamış olduğu 2024- 342611-1720703329 sayılı araştırma raporu da İstanbul Başsavcılığı'ndan ve mahkemenizden gizlenmiştir, dosyada da yoktur. Böyle bir rapor olduğunu Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 9 Ağustos 2024 tarih ve 2024/24752 karar no'lu Oğuzhan Kumpınar ile ilgili takipsizlik kararından biliyoruz.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya 5 Temmuz'da Kayseri'de basın toplantısı yapmış ve 189 hesabın incelendiğini ve 23 hesapta suç tespit edildiğini açıklamış. Zaten 23 tutuklama var. Peki, bu tahrik iddiası ile tespit edilen 189 hesap arasında Ümit Özdağ var mı? Yok. 23 hesap arasında var mı? Yok.
Ümit Özdağ'ın Kayseri olaylarını tahrik ettiği ne zaman anlaşılıyor. Antalya'da 19 Ocak'ta Mehmetçik katillerine af yok mitingi yaptığı zaman.
Sayın Hâkim;
Kayseri olayları 30 Haziran gecesi başladı. Savcılığın iddianamede, Kayseri olaylarından önce paylaşmış olduğumu ifade ettiği son X paylaşımımın tarihi 27 Ekim 2023. Kayseri olaylarından tam 8 ay önce. O X'de de; Suriyeli sığınmacıların sosyal medya gruplarında yaptığı ve 4.000.-TL ek ödemenin, SGK tarafından yapıldığına dair
Arapça bir paylaşımı alıntılayarak SGK'ya sormuştum. Bu doğru mu diye. Bu nasıl bir açık ve yakın tehlike ortaya çıkarmış olabilir?
Kayseri olaylarından 68 gün önce de, Oğuzhan Kumpınar'ın paylaştığı bir X'i alıntılamış ve “Burası Sakarya savaşı sırasında TBMM'nin çekilmesinin düşünüldüğü Türk şehri, 4 dakikanızı ayırın ve izleyin” diyerek paylaştım. Oğuzhan Kumpınar'ın bahse konu X paylaşımına ilişkin soruşturma, takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Suç olmayan bir X'i paylaşmak, nasıl suç olur?
Sayın Hâkim;
Savcılığın 2020-2023 yıllarına ait sunduğu X paylaşımlarımın çok büyük bir bölümü, 2 tanesi hariç, milletvekili olduğum döneme ait. Hiçbir paylaşım, madde 216/1'in öngördüğü kışkırtmak ve düşmanlık çerçevesinde değerlendirilemez. Şiddet içermeyen, şiddete çağrı yapmayan bu açıklamaları suç olarak göstermek, ifade özgürlüğüne Kuzey Kore standardı uygulamaktır. Savcılık bir milletvekilinin, bir siyasi genel başkanının ifade hürriyetine saldırarak Anayasamızın düşünce ve kanaat hürriyetini düzenleyen 25. maddesini ve düşünceyi yaymayı düzenleyen 26. maddesini çiğnemektedir.
Sayın Hâkim;
Savcılık yanlış bilgi vererek mahkemenizi yanıltmakla kalmamakta, kendisini TBMM'nin yasama organı yerine koyarak, T.C.K 216/1'i yeniden yazmaktadır. T.C.K 216/1 çok açıktır. “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” diyor.
Savcı, Ümit Özdağ'ın X paylaşımları ve açıklamalarının maddede tanımlanan suçu oluşturmadığını görerek; “ancak suçun oluşması için tahrikin, belirtilen grupları karşı karşıya getirmesinin gerekli olmadığı, bir sınıfa ait olan kişilerin fiilen veya hukuken başka bir sınıfa ait olan bazı kişilere karşı kinlendirilmesi veya var olan kinin güçlendirilmesinin yeterli olacağı”nı ifade ediyor.
Sayın Hâkim;
Savcı, suçun oluşması için tahrikin belirtilen grupları karşı karşıya getirmiş olması gerekli değildir diyor. Savcı, bir sınıfın diğer sınıfa karşı kinlendirilmesi veya mevcut kinin güçlendirilmesi yeter diyor. Savcılık bir kin ölçer mi üretmiş? Kitleler karşı karşıya gelmemişler ise ortaya kin çıktığını nasıl tespit edeceğiz? T.C.K 216'nın gerekçesinden yapılan bu yorum, madde gerekçesinin; fiil unsurunu açıklayan ve fiilin, tahrike elverişliliği ile kin ve nefret duygularını oluşturma ve pekiştirmeye yönelik işleve haiz olması gerekliliğini açıklayan paragrafından yapılmış, eksik ve hatalı bir yorumdur. Gerekçenin tek bir paragrafından yola çıkılarak yapılan yorum; hukukun hiçbir yorum metoduna uygun düşmemektedir. Madde lafzında ve gerekçesinde net bir şekilde belirtilen, açık ve yakın bir tehlike oluşması şartı, savcı tarafından yok sayılmıştır.
Sayın Hâkim
Özetle savcı, T.C.K 216/1'de yazılmamış bir suçu, kendisi yazmıştır. T.C.K 216 somut tehlike suçu iken savcı soyut tehlike suçu üretmiştir. Savcının açık ve yakın tehdit olduğunu ispatı zorunludur. Bırakın savcının kitlelere karşı karşıya gelmese bile kini artırmak yeter şeklindeki iddiasını, nedensellik bağı ispat edilmedikçe teşebbüs dahi cezalandırılamaz. Madde 216'1'in özelliği, objektif cezalandırılabilirlik koşulunun arandığı suç olmasıdır. Bu, ceza hukukunun bütün evrensel ilkelerine aykırıdır. Roma Hukuku'nda, Mecelle'de ve Yargıtay'ın 1943 tarihli tevhidi içtihat kararında “unsuru cürümüyenin tefsir yoluyla ihdası mümkün değildir” deniliyor.
Sayın Hâkim;
Ben hukukçu değilim. Ancak T.C.K'nın 2. maddesi; “kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza kesilemez veya güvenlik tedbiri uygulanamaz” diyor. Madde 216/1'de savcının yorumladığı şekilde bir suç tanımı yok. Savcı kendi yazdığı T.C.K 216/1'deki suçun kanıtı olarak da; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, 21 Ocak 2025'te yolladığı, hepsi takipsizlik almış ve 2'si olaylardan sonra paylaşılmış 7 X paylaşımını göstermektedir.
T.C.K 216/1'i, yasadaki ve Yargıtay içtihatlarındaki çok açık somut suç tanımına rağmen soyut suç ilan eden savcı; Kayseri olaylarından sonra paylaştığım 2 X'i tahrike devam ettiğinin kanıtı olarak koymuş.
Ne demişim bu 2 X'te; 19 Ağustos 2024'te Mersin'den bir genç telefon ile bana ulaştı. Kardeşini Suriyelilerin bıçakladığını, emniyetin kendileri ile ilgilenmediğini ve bilgi vermediğini söyledi ve ekledi: “Biz Mersin'in yerlisiyiz. Gençleri zor tutuyorum. İntikam alacağız” dedi. Ben de telefonda kendisini sakinleştirdim. Olayı takip edeceğimi söyledim. Ve şu paylaşımı yaptım: “Yunus Cengiz, 18 yaşında bir Mersinli Yörük genci. Dün Suriyeli bir grup tarafından 4 yerinden bıçaklandı. 2 yara kalbe yakın bölgeden olduğu için yoğun bakımda. Ağabeyi, “Biz Mersin'in yerlisiyiz. Gençler patlamaya hazır durumda. Zor tutuyorum” diyerek beni aradı. Sevgili gençler, soğukkanlı bir şekilde soruşturmanın bitmesini bekleyin. Yunus için dua edin. Mersin Emniyeti gerekeni yapacaktır. Zafer Partisi olay takipçisi olacak”. Sonra Mersin Emniyetini de etiketleyerek paylaştım. Savcılık, Mersin Emniyeti bu bilgiyi yalanladı diyor. Bıçaklayanın Suriyeli olmadığını bile bile Suriyelilere karşı halkı tahrik etmek için Suriyeli yazdı demek istiyor. Oysa ben ağabeyinin bana söylediğini yazdım. Ancak Allah, demek ki bugünlerin geleceğini biliyormuş ki yardım etti; olayı takip ettim. Mersin/Toroslar İlçe Emniyet Müdürlüğü olay ile ilgili bir X paylaşımı yaptı. Yunus Cengiz'e üç kişinin saldırdığını, ikisinin Suriyeli birisinin Türk olduğunu, bıçaklayanın Türk olduğunu duyurdu. Ben de bu X'i alıntılayarak tekrar paylaştım. Kamuoyuna duyurdum. Savcılık bu hususu da bilmesine rağmen mahkemenizden gizledi.
Savcılığın halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini ilan ettiği ikinci X paylaşımını ise 24 Aralık 2024'te yaptım. “Asgari ücretlilere zam enflasyonun çok altında kalırken, 6 Şubat depreminde evlerini kaybeden yurttaşlarımız konteynırlarda yaşamaya çalışırken, Ulaştırma Bakanı; AFAD, Suriye'de altyapı yatırımları yapacak diyor, Ali Yerlikaya ise Suriyelilere ev yapacağız diyor. Türk halkı ezilmeye ve sömürülmeye devam edecek.”
Savcılık, hükümetin yanlış politikalarının eleştirilmesini halkı kin ve düşmanlığa tahrik olarak görmüş. Bu fikir hürriyetine karşı, demokratik hakların kullanımına karşı bir tavırdır.
Bu 2 X'i halkı kin ve düşmanlığa tahrik olarak görmesi, savcılığın hukuktan ve T.C.K 216/1'den ne kadar koptuğunu göstermektedir.
Sayın Hâkim;
Hükümetin politikalarını eleştirmek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek değildir. Savcılık, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün yolladığı imzasız, mühürsüz evrakı da olayları tahrik ettiğimin kanıtı olarak sunmuş. Ne var bu belgede? 7 tane 2'si olaylardan 13 gün sonra atılmış, diğerleri takipsizlik almış 5 X paylaşımı. Savcılık bu X'lerden sadece Oğuzhan Kumpınar'ın X'ini iddianameye almış. Onun da takipsizlik aldığını gizleyerek. Başka ne var? Kayseri Emniyeti'nin biraz önce bahsettiğim, katılanların oranını yüzde 106 çıkaracak kadar itinasız yazılmış, Kayseri'de halkın bu 7 X'den de etkilendiğini iddia eden değerlendirmesi. Hepsi bu. Hukuk devleti adına hüzün verici bir durum.
Sayın Hâkim;
Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün 2 Temmuz 2024 tarihli tutanağında Zafer Partisi veya Ümit Özdağ'ın olayları tahrik ettiğine dair bir tespit olmadığı gibi; İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve Çağdaş Hukukçular Derneği tarafından 9 Temmuz 2024'te yayınlanan raporda da Ümit Özdağ ve Zafer Partisi ile ilgili hiçbir tespit yok. Keza Mazlum Der Kayseri Şube Başkanı Ahmet Taş tarafından hazırlanan raporda da Zafer Partisi ve Ümit Özdağ ile ilgili hiçbir iddia yok.
Sayın Hâkim;
Ben 21 Ocak'tan bu yana; savcının kendisinin yazdığı T.C.K 216/1'e ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün suç niteliği taşıyan, kimin yazdığı belli olmayan sözde belgesi ile tutukluyum. Ancak tarih bu yargılamayı yazacak. Tarih bu davayı 1944 Türkçülük- Turancılık davasının yanına yazacak. Tarih bu davayı Türk Milliyetçiliğinin yargılandığı Mamak duruşmalarının yanına yazacak. Bir gün Türkiye'de hukuk devleti elbet kurulacak. Hukukun üstünlüğü anlayışını yaşatan ve ettiği yemine bağlı kalan hukukçularımızı tenzih ederek söylüyorum; Türkiye geçmişte de hukukun, hukukçular tarafından çiğnendiği dönemleri yaşadı. Bugün yaşananları da aşacağız.
Sayın Hâkim;
Anayasanın adil yargılanma ile ilgili 36. maddesini ve CMK'nın 160. maddesinin 2. fıkrası ile 170. maddesinin 5. fıkrasını ihlal ederek, lehimde olan delilleri toplamayan savcılık, lehimde olan kanıtları aleyhimde göstermek için mahkemenizden bilgi saklamaktadır. Ben, savcılığın yapmadığını yapacağım ve size gerçekleri anlatacağım.
İddianameye konu X paylaşımlarımda her ne kadar suç unsuru olmasa da; paylaşımlarımın, hukuka uygunluk kriteri açısından sağlıklı değerlendirilebilmesi adına, Türkiye'nin ve dünyanın nasıl bir küresel göç krizine sürüklendiğini açıklayacağım.
Sayın Hâkim;
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren, sürekli varlığını sürdüren tehditlerin başında ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerinde bağımsız Kürdistan kurulması tehdidi gelmiştir. Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada, Türk ordusunun kontrolünde olmasına rağmen; Musul Vilayeti, İngiliz ordusu tarafından işgal edilmiş, Misak-ı Milli sınırları içinde kalmasına rağmen, Lozan'da üzerinde anlaşma sağlanamayan tek madde olmuştur. Çünkü Londra, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, 20. yüzyılın en değerli maddesi olacağını öngördüğü petrolü, kontrolü altına almasını engellemek istemiştir. Genç Cumhuriyetimiz, Lozan'da çözülemeyen, Musul sorununu çözmek için askeri hazırlıklara başlamıştır. Bunun üzerine; İngiliz emperyalizmi, Şeyh Sait isyanını çıkararak, Türkiye'nin Musul Vilayeti operasyonunu engellemiştir. Şeyh Sait isyanını, 1938'e kadar sonuncusu Dersim isyanı olmak üzere, değişik 14 isyan izlemiştir. Bu isyanların hepsinin arkasında dış dinamikler olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin; askeri ve idari kadroları ile yargı organları bu isyanları tek tek etkinlikle bastırmış, milli birliğimizi korumuştur. 1939'da İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile Türkiye'nin Güneydoğusunda isyanlar durmuştur. sadece bu durum bile; 1924-1938 arasında gerçekleşen isyanların arkasındaki dış dinamik boyutunun önemini ortaya koymaktadır.
Sayın Hâkim;
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında başlayan Soğuk Savaş'ın ilk aşamasında, 1960'lı yılların ortasında kadar Kürtçü bölücü hareket bir sessizlik dönemine girmiştir. 1960'ların ortasından itibaren, Türk solunun içinde aktif olmaya başlayan bir Marksist Kürtçü hareket karşımıza çıkar. 1970'lerin ortasından itibaren ise Kürtçü-Marksist terörist örgütler kurulmaya başlamıştır. Bunlardan bir tanesi de önce Apocular diye bilinen sonra PKK adını alan kanlı terör örgütüdür. PKK'nın 12 Eylül öncesinde, öncelikli hedefi, diğer Kürtçü Marksist örgütler ve devlete sadık aşiretler olmuştur. Soğuk savaşın sürdüğü bu dönemde önce Sovyet Rusya'nın peyki olan Bulgaristan, sonra Rusya'ya çok yakın olan Suriye'yle temasa geçen Abdullah Öcalan, 12 Eylül öncesinde Suriye'ye kaçmıştır.
Hafız Esad yönetimi; Abdullah Öcalan'ı, Türkiye'ye karşı su meselesinde kullanmak için desteklemiştir. Hafız Esad, Türkiye'nin Dicle ve Fırat'ı kontrol altına almasını sağlayacak olan GAP'tan çok rahatsızdır. Öcalan, Suriye kontrolündeki Lübnan'ın kuzeyindeki, Bekaa Vadisi'nde eğitim tesisleri oluşturur. Lübnan'da yerleşik Ermeni terör örgütü ASALA ile temas kurulur. Bu sırada Irak-İran savaşı çıkmıştır. Irak, Türkiye sınırında kontrolü kaybetmiştir. Barzani ve Talabani'ye bağlı peşmergeler Kuzey Irak'ta etkindir. Ve ASALA'nın da Kuzey Irak'ta kampları vardır. 1982'de PKK, Irak'ın kuzeyindeki ASALA kamplarını devralarak, Türkiye'ye karşı saldırılarına başlamak üzere hazırlıklara başlar. 15 Ağustos 1984'te Eruh ve Şemdinli'ye yapılacak terör saldırılarıyla; emperyalizmin, Türkiye'den Musul Vilayeti'nin kopararak petrolün aldığı gibi, bu sefer de GAP bölgemizi koparacak, 21. yüzyılın petrolü olacak olan su kaynaklarını koparma mücadelesi başlamış ve bugün de devam etmektedir.
Sayın Hâkim;
1989'dan itibaren terörizm, anti-terörist politikalar, düşük yoğunluklu çatışma ve PKK terör örgütü konusunda çalışmaya başladım. PKK kaynaklarını takip ettim. Açık kaynak bilgilerini klasörledim ve kayda aldım. Terörle mücadele görev almış mülki ve idari amirler ile asker, polis, jandarma ve istihbaratçılarla mülakatlar yaptım. Savcılık iddianamelerini okudum. Saha araştırmaları yaptım. Hem 20 ili kapsayan geniş araştırmalar hem de 2 köyü inceleyen mikro araştırmalar yaptım. Makaleler kitaplar yazdım. Irak'ta araştırmalar, devlet görevlendirmesi ile PKK ve terör konusunda
Washington'dan, Brüksel ve Süleymaniye'ye kadar uzanan alanda saha çalışmaları yaptım. PKK ile ilgili yazmış olduğum kitapların bazılarının başlıkları şunlardır: “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK/Bir Gayrı Nizami Savaşın Anatomisi”, “Türkiye'de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve PKK”, “Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları”, “PKK Terörü Neden Bitmedi Nasıl Biter?”, “Türk Ordusu PKK'yı Nasıl Yendi? / Türkiye PKK'ya Nasıl Teslim Oluyor, Doğru Sorunu, PKK ile Anayasa Yapmak, Pusu ve Katliamların Kronolojisi-PKK'nın Toplu Katliamları” yazmış olduğum kitaplardır.
Sayın Hâkim;
Bunları mahkemenizde anlatmamın nedeni, emperyalizmin PKK terör örgütünü kullanarak ülkemizi nasıl bölmeye çalıştığını en iyi bilen siyasetçilerden birisi olduğumu ifade etmek içindir. PKK'yı akademik ve istihbarati anlamda benim kadar incelemiş başka bir siyasetçi yok. Benim kadar örgütü çalışmış asker, polis, istihbaratçı ve savcı da azdır. Benim siyasetteki temel misyonum; Türkiye'nin toprak ve millet bütünlüğünü savunmaktır. Türkiye'ye karşı sürdürülen PKK terör saldırıları ile 2011 sonrasında başlayan stratejik göç mühendisliğinin hedefi son kertede aynıdır, Türkiye'nin bölünmesi. Stratejik Göç Mühendisliği, belli bir bölgede yaşayan nüfusun devletler veya devlet dışı aktörler; örneğin terör örgütleri tarafından güçlendirilmesi, zayıflatılması veya yapısının değiştirilmesi için göçe zorlanmasıdır. Stratejik Göç Mühendisliği'ni düzenleyenler, nüfusu bir bölgeden başka bir bölgeye göçe zorlayanlar; bu göçler ile askeri ve politik hedeflere ulaşmayı sağlarlar. 2011 sonrasında ülkemiz, Suriye ve Afganistan'dan bir Stratejik Göç Mühendisliği operasyonu ile karşı karşıyadır.
Sayın Hâkim;
Bu noktada günümüzü anlamak için tarihe bakmamız gerekiyor. Bu göçler neden yaptırılıyor? 1974'te gerçekleşen, Arap-İsrail savaşından sonra Arap dünyası, Abbasiler'den sonra ilk kez, milli bilinç ile bir araya geldi. OECD yani petrol satan ülkeler, Batı dünyasına karşı petrol ambargosuna başladılar. Petrol ambargosu, sanayileşmiş Batı'yı ağır bir ekonomik krize itmiştir. Bunun üzerine, Nixon yönetiminin milli güvenlik danışmanı Henry Kissinger, ünlü Ortadoğu tarihçisi B. Lewis'i, uyanan Arap milli bilincinin nasıl ayrıştırılacağı konusunda bir çalışma yapmakla
görevlendirmiştir. B. Lewis ise uzmanlar ile yaptığı bir dizi toplantıdan sonra, ortaya çözüm olarak Arap devletlerinin Osmanlı egemenliği döneminde olduğu gibi, etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca bölünmesi projesini koymuştur. Diğer bir ifade ile bütün Ortadoğu ülkeleri, Lübnan gibi etnisite ve mezhebin siyasal temsili ile yeniden örgütlenmeliydi. Böylece Ortadoğu'yu bölmek ve yönetmek daha kolay olacaktı. Milli kimlik zayıflayacak, milli devlet ve ordular zayıflayacak, milli birlik yok edilecekti.
Sayın Hâkim;
Bernard Lewis'in bu projesini, 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı Kivunim Dergisi'nde yayınlanan, Oded Yinon'un “İsrail'in Güvenliği Stratejisi” adlı makale izlemiştir. Oded Yinon, İsrail'in güvenliği için B. Lewis'in önerdiği gibi Irak ve Suriye'nin etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca bölünmesini savunmuştur. Yinon, Irak'ın Basra(Şii), Bağdat(Sünni), Musul(Kürt) şeklinde 3'e bölünmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yinon, Suriye'nin ise Akdeniz kıyısında bir Nüsaydi devleti, Şam'da bir Sünni Arap devleti, Halep'te Şam'a rakip bir Arap devleti ve Güneyde bir Dürzi devleti olarak 4'e bölünmesi gerektiğini savunmuştur. Arapların Prusyası diye anılan Irak'ın bölünmesi ile büyük bir tehdit ortadan kalkacaktır. Üstelik Irak'ın kuzeyinde İsrail tarafından desteklenen Barzani hareketi, devletleşme imkanı bulacaktır, kuzeydeki komşusu Suriye'nin dörde bölünmesi İsrail'in güvenliğinin sağlanmasını kolaylaştıracaktır.
Birinci Körfez Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgali sonrasında 1990'da gerçekleşmiştir. ABD'nin Çöl Fırtınası operasyonu sonrasında Irak yenildi. Kuzey Irak'ta de facto bağımsız Kürt bölgesi oluştu. Bernard Lewis, 1992'de 1974'teki planını güncelledi ve iki tespit yaptı. Birinci tespit; Arap milliyetçiliğinin çözülürken İslami kökten dinciliğinin yükseleceği, ikinci tespit ise Ortadoğu'da Lübnanlaşmanın hızlanacağıydı. Bu iki öngörünün de aradan geçen 33 yıl içinde ne yazık ki gerçekleştiğini gördük.
Sayın Hâkim;
11 Eylül 2001'de gerçekleşen El-Kaide saldırılarından sonra, Ortadoğu'nun parçalanması ve yeniden yapılandırılması için; ABD, Büyük Ortadoğu Projesi'ni yürürlüğe koydu. Büyük Ortadoğu Projesi 5 yıl içinde; Irak, Suriye, Lübnan, Libya, İran,
Somali ve Sudan'ı parçalayacaktı. Bu ülkelerin parçalanmasının kararının alındığını 11 Eylül'den kısa bir süre sonra Avrupa'daki görevini bitirip Washington'a Pentagon'a dönen Orgeneral Wesley Clark, Amerikan Genel Kurmay Başkanlığı'nda girdiği bir toplantıda öğrenmişti. ABD Ortadoğu'yu böleceğini gizlemedi. Hatta açık açık ilan etti. Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, 6 Ağustos 2003'te Ortadoğu'da 22 ülkenin nasıl dönüştürüleceğini açıklayan ünlü makalesini yayınladı. Ortadoğu demokratikleştirilecekti. Irak'a yönelik Amerikan operasyonu, 20 Mart 2003'de başladı. Irak, savaş bitti denildikten sonra yıllar süren iç savaşa sürüklendi ve Amerikan işgali sırasında Lübnanlaştı. Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Sünni Arap, Dışişleri Bakanı Şii Arap, Genelkurmay Başkanı Kürt oldu ve ülkenin kuzeyinde federe Kürdistan kuruldu.
Sayın Hâkim;
Ortadoğu'da bölünecek, 7 ülke arasında Türkiye var mı diye kendinize sormuş olabilirsiniz. Hayır, Orgeneral Wesley Clark'ın saydığı 7 ülke arasında Türkiye yoktu. Ancak bu ülkemizin de bir bölünme projesinin hedefinde olmadığı anlamına gelmiyordu.
Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Şubesi müdür yardımcısı Yarbay Ralph Peters tarafından yarı resmi nitelikli Armed Forces Journal dergisinde Haziran 2006'da yayınlanan “Kanlı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Görünür” başlıklı makalede, Türkiye'nin bölünmesi ile oluşacak bir Kürdistan'ın, Bulgaristan ile Japonya arasında kurulacak en Batı yanlısı ülke olacağını ileri sürmüştür. Ralph Peters'ın makalesi, Napoli'de NATO Koleji'nde Türk Subaylarının huzurunda sunulunca, ortaya büyük bir diplomatik skandal çıkmıştı.
Sayın Hâkim;
Bu açıklamanın Ümit Özdağ'ın kişisel görüşü olduğunu düşünebilirsiniz. Hayır. Benim yıllardan beri anlattığım, Türkiye'nin bahsedilen proje çerçevesinde parçalanmaya itilmek istendiği artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de resmi görüşüdür. TBMM Başkanı olarak Numan Kurtulmuş; devlet protokolünde 2. sıradadır. Ve önünden bütün devlet istihbaratı geçen az sayıda kişiden birisidir. Kurtulmuş, 20 Mayıs 2025'te yaptığı
açıklamada şöyle diyor; “Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, Allah'a çok şükür, uzun bir süredir emperyalist projenin uygulanması sonucu maalesef terörle yıllarını kaybetmiş olan bir ülke olarak artık terörü bütünüyle geride bırakmak, terörsüz bir Türkiye'yi inşa etmek mecburiyetindedir. Dile kolay,100 yıllık Cumhuriyetin ilk döneminin 50 yılı terörle geçmiştir. Ölümle, gözyaşıyla, bombalarla, Silahlarla ve insanların arasında fitneyle, fesatla geçmiştir. 40 bini aşkın evladımız şehit olmuş, binlerce insan dağlarda heba edilmiştir. Değerli kardeşlerim, şimdi tamda bu noktada Türkiye'nin terörsüz Türkiye hedefiyle, Türküyle, Kürdüyle, farklı Etnik unsurlarıyla farklı mezhebi ve meşrebi anlayışlarıyla hep beraber, Hepimiz Türkiye olarak yolumuza devam edeceğiz. Bir olacağız beraber olacağız. Hep birlikte güçlü, büyük Türkiye'yi inşa edeceğiz. Dün Gabar'da ifade ettim, Şırnak'ta ifade ettim. Burada da bir kez daha ifade etmek isterim. Önümüzde iki yol var. Uzunca bir süredir özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgaliyle birlikte başlayan süreçten bu yana bölge ülkelerinin hemen hemen tamamı büyük bir ayrılık, parçalanma ve dağılma sürecine girdi. Irak paramparça oldu. Suriye param parça oldu. Lübnan yönetilemez hale geldi. Libya ikiye bölündü. Sudan ikiye bölündü. Somali bölündü. bütün Yemen bölündü. bütün bölge ülkeleri ya etnik farklılık ya da mezhep çatışmaları üzerinden hem de kendilerine ait olmayan bir çatışmanın tarafı haline getirilerek, bir kısmı da terör örgütleri marifetiyle bölerek, parçalandı. Bu aziz milletin evlatlarının önünde de iki yol vardı. Ya bizde sarı öküz gibi sıranın bize gelmesini bekleyecek, yani paramparça olacağız, darmadağın olacağız ya da Türkiye'nin insanları, bu aziz vatanın evlatları, Türkler, Kürtler hep beraber bir araya gelerek bir olacağız, beraber olacağız ve bu emperyalist projeyi ters yüz edecektik. Bu yolu tercih ediyoruz ve bu yolda ilerlemeye devam ediyoruz.”
Sayın Hâkim;
Öte yandan, Ortadoğu'da rejimleri devirecek, kitleleri harekete geçirecek bir projenin küresel ısınmanın da çarpan etkisi yapması ile göçleri artıracağını öngören Avrupa Birliği 2004'te Avrupa'yı göçlere karşı korumak için Eufrontex yani Avrupa Kalesi Projesi'ni başlattı. Frontex, Avrupa Kalesi'nin askeri sınır muhafız birliği olarak, AB'nin dış sınırlarını korumak ile görevlendirildi. Frontex bir sınır kolordusu oluşturuyor ve Frontex'in öncelikli görevi göç ile mücadeledir.
Bu arada ilginç bir gelişme de Pentagon'un 1997'de hazırladığı bir raporu 2007'de güncellemesi olmuştur. Bu raporda şu cümleler yer almaktadır: “İklim değişikliği nedeni ile buzlar eriyor. Yeni ticaret yolları açılıyor. İklim değişikliği ABD'nin güvenliğine tesir ediyor. Doğu Akdeniz (İtalya'nın altından İran, Afganistan'a kadar Türkiye dahil) kuraklaşacak. 46 ülke zor duruma düşecek. Güneyden yukarı doğru büyük göçler yaşanacak. Bizim yapacağımız rejim değişiklikleri de bu göçlere çarpan etkisi yapacaktır.”
Sayın Hâkim;
Pentagon'un öngörüsü doğru çıkmıştı. Afganistan, Irak, Pakistan, Yemen, Somali, Filipinler ve Suriye'den 37 milyon insan, 11 Eylül sonrasında gerçekleşen savaşlar neticesinde göç etmiştir.
Yeni küresel bir göç dalgası, ABD'de olduğu gibi Avrupa'da da beklenmekte idi. 2001 yılında Avrupa Parlamentosu'nda küresel ısınma ve göç konulu toplantı yapıldı. Bu toplantıda Avrupalılar, “Dünyanın değişik yerlerinden gelip bir kısmı Türkiye üzerinden Avrupa'ya yönelecek göçü Türkiye'de durduralım. Türkiye durdursun ve geri yollasın.” görüşünü savunmuştu. Türkiye için bir görev emri hazırlanmaktaydı. 2007/2008'de Türkiye'de de ilginç gelişmeler oldu. 15 Ekim 2008'de İçişleri Bakanlığı bünyesinde; İltica ve Göç Bürosu, o zamanlar Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi'nde bulunan göç yönetimini, sivil bir kuruluşa devretmek için kurulmuştu. Özellikle 2008 yılında AB Katılım Ortaklığı Belgesi ve yine 2008 tarihli Türkiye'nin AB müktesebatına uygun yeni bir göç kanununun yaratılması ön görülmekteydi.
AB'nin baskısı ile Türkiye, yeni bir göç yasası hazırladı. Yasanın hazırlanması sırasında, toplantılara katılan BM Yüksek Temsilcisi, Hintli kadın diplomatın, “öyle güzel bir yasa çıkarıyorsunuz ki, insanın göçmen olası geliyor…” ifadesi komisyondaki Türk yetkililerin hafızasından çıkmamıştır. Türkiye gerçekten çok liberal bir göç yasası hazırlamıştı. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 2013'te yürürlüğe girmiştir. Böylece Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi'nin, başarı ile yaptığı görev, kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir. Yabancılar Uluslararası Koruma Kanunu'nun geri kalan maddeleri 2014'te yürürlüğe girerken, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 2015'te çalışmaya başlamıştır.
Sayın Hâkim;
Göç yaklaşırken göçü kolaylaştıracak sanki başka adımlar da atılıyordu. Bunların bir tanesi de sınırımızdaki antipersonel mayınların sökülmesiydi. 1954 yılında Türkiye Suriye sınırına, kaçakçılığın engellenmesi amacı ile 510 kilometrelik bir sınır boyuna 350-400 metrelik bir banda 615.419 mayın döşenmişti. Mayınlar hem kaçakçılığı yavaşlattı hem 1980 ve 1990'larda terörist sızmalarına karşı etkili oldu.
Türkiye antipersonel mayınların sökülmesi ile ilgili Ottowa Anlaşması'nı 25 Eylül 2003'de imzaladı. Türkiye gibi 3 kıtanın kesiştiği bir coğrafyada bulunan, tarih boyunca en temel göç yollarından birisi olan ülkenin böyle bir anlaşmaya imza koyması yanlıştı. ABD, Rusya, Çin, Pakistan, Güney Kore, İran, İsrail, Hindistan, Vietnam, Laos, Suriye, Mısır, Tunus, Suudi Arabistan gibi 34 ülke, Ottowa Anlaşması'nı imzalamamışlardı. Ottowa Anlaşması 1 Mart 2004'te yürürlüğe girdi. Böylelikle Türkiye 1 Mart 2014'e kadar mayınları temizleme yükümlülüğü altına girdi. 2007-2013 arasında Türkiye- Suriye sınırındaki mayınlar, aşamalı olarak temizlenmeye başlandı. Hatta sınırımızdaki 220 kilometre karelik alanda bulunan mayınların; bir İsrail firması tarafından sökülmesi ve bunun karşılığında bu alanın, 49 yıllığına organik tarım için İsrail firmasına verilmesi istendi.
Göçün stratejik bir silah olarak kullanıldığı konusunda yaptığı araştırmalar ile tanınan N. Greenhill, Kitlesel Göç Silahı adlı kitabında şöyle diyor; “Stratejik göç mühendisliği ile bir bölgede göç organize etmek istenildiği de normalde kapalı olan sınırlar açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılması sağlanır.” Gerçekten de 2011'de başlayacak olan Suriye iç savaşı öncesinde sınırlarımızdan mayınların sökülmeye başlanması tesadüf ile izah edilebilecek bir husus değildi. Suriye'den Türkiye'ye göçü zorlaştıracak mayınlar hemen Suriye iç savaşı başlamadan önce sökülmeye başlandı. Avrupa Birliği, Frontex ile sınırlarında ki savunmayı arttırırken Türkiye sınırlarından geçişi kolaylaştırdı.
Sayın Hâkim;
Irak 2003'te işgal edilmiş, Irak ordusu parçalanmıştı. Irak bürokrasisi yıkılmış, devlet cihazı tahrip edilmişti. Irak, Sünni-Şii eksenli, kanlı bir iç savaşa sürüklenmişti. Bu iç savaş devam ederken, 1991'de Irak'ın kuzeyinde oluşturulan Barzani/Talabani yönetimleri bölgesi ise, görece güvenli şekilde devletleşme yolunda ilerliyordu. Artık sıra Suriye iç savaşına gelebilirdi.
Sayın Hâkim;
2009 yılında Fransız eski Dışişleri Bakanı Roland Dumas Londra'yı ziyaret etti. İngiliz Dışişleri ve güvenlik bürokratları kendisine bir teklifte bulundu: “Suriye'de bir istikrarsızlaştırma programı yürürlüğe koyduk. Bize katılır mısınız?” Roland Dumas olayı şöyle anlatıyor: “Suriye'de çatışmalar başlamadan yaklaşık 2 yıl önce İngiltere'ye gitmiştim. Orada Suriye ile ilgili olmayan başka bir konu için bulunuyordum. İngiliz bürokrat dostlarımdan bir kısmı ile görüşmeler yaptım. Suriye'de yaptıkları bazı hazırlıklar konusunda beni ikna etmeye çalışırken bir itirafta bulundular. İngilizler Suriye'yi işgal etmek için milis kuvvetler hazırlıyorlardı. Hatta bana da eski bir Dışişleri Bakanı olarak, bu işe katılmak isteyip istemediğimi bile sordular. Elbette kabul etmedim ve ilgilenmedim. Ben Fransız'ım ancak şunu söylemeliyim ki; bu operasyonun geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu operasyon tasarlanmış, hazırlanmış ve planlanmış. Ne amaçla hazırlanmış? Suriye Hükümeti'ni devirmek için hazırlanmış çünkü bu rejim bölgede İsrail karşıtıdır. “
Aynı dönemde Türkiye-Suriye ilişkileri mükemmeldi. Suriyeli bakanlar, kendilerini Türk bakanların adeta müsteşarı gibi görüyorlardı. Beşar Esad, ülkesini Rusya-İran ekseninden çıkararak, Türkiye üzerinden Batıya yaklaştırmak için çalışıyordu. Türk iş dünyasının Suriye'ye yatırımları artarak devam ediyordu. Ankara'da kimse Suriye'nin bir iç savaşa sürüklendiğini görmüyordu.
Oysa görenler vardı, Türkiye'ye yönelik bir göç dalgasının geleceğini gören Avrupa Birliği; Ankara, İzmir, Van, Erzurum, Gaziantep, Kırklareli ve Kayseri'de Türk halkının mültecilere karşı tavrını araştıran bir saha araştırması yapıyor ve “Arkadaki Yaşamlar ve Algıdaki Yaşamlar Projesi Araştırma Raporu” denilen bu raporun ilk cümlesi şöyle söylüyordu: “Türkiye son 20 yıl içinde küresel göç bağlamında önemli bir aktör haline geldi.” Oysa 2011 senesi itibariyle Türkiye'de sadece 10 bin Suriyeli vardı. Rapor ise gelecek milyonları öngörerek hazırlanmıştı.
Nitekim AB, Türkiye'de 2011'de göç araştırması yaparken, Yunanistan 2012'de Türkiye sınırına tel çit, elektronik gözetleme sistemleri ile donatılmış yüksek duvarlar inşasına başladı.
Sayın Hâkim;
Tunus'ta 17 Aralık 2010'da bir gencin kendisini yakması ile halk ayaklanması başladı. Bu ayaklanma Arap Baharı adı ile Mısır, Libya, Bahreyn, Ürdün, Yemen ve Suriye'yi etkiledi. Libya'da ve Mısır'da rejimler yıkıldı.
18 Mart 2011'de Dera'daki gösteriler Suriye iç savaşının fitilini yaktı. 2011 yazında Suriye'de iç savaşı başlamıştı. Ak Parti hükümeti bir süre Beşar Esad'ı göstericilere karşı yumuşak davranmaya ikna etmeye çalıştı. Beşar Esad'ın Erdoğan ve Davutoğlu'nun tavsiyelerini dinleme niyeti var ise de bir yandan Suriye güvenlik güçlerine karşı artan saldırılar diğer yandan BAAS rejiminin sertlik yanlısı unsurları Beşar Esad'ın hareket alanını daraltıyordu. Öte yandan Libya'da Kaddafi'nin, Batı tarafından nasıl yıkıldığını gören Rusya ve Suriye üzerinden Lübnan ve Hizbullah ile bağ oluşturan İran, Besar Esad'a destek vereceklerini ortaya koymaya başlamışlardı.
Bu dönemde Mısır'da Müslüman Kardeşlerin, Arap Baharı rüzgarı ile iktidara gelmesi Ak Parti'de direnen, söz dinlemeyen Beşar Esad'ı tasfiye ederek, Müslüman Kardeşleri Suriye'de de iktidara getirme düşüncesini benimsenmeye başlamıştır. Beşar Esad'ı Rusya ve İran'dan tam kopararak, demokratikleşme zorlamanın yerini kısa sürede ABD ile birlikte Beşar Esad'ı devirme politikası almıştır. Türkiye üzerinden selefi cihatçıların Suriye'ye girişi başlatılıştır. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun planı şöyleydi: Suriye'de, Esad'a karşı direniş büyüyecek, çatışmalardan etkilenen halk Türkiye göç edecek. 100 bin civarında Suriyeli Türkiye'ye geldiği zaman, Birleşmiş Milletler Suriye'ye müdahale kararı alacak ve ABD, NATO VE Türkiye'nin müdahalesi ile Beşar Esad rejimi devrilecekti.
Davutoğlu, “Eğer bize gelen mülteci sayısı 100 bini geçerse, bunları barındıracak yerimiz yok, onları Suriye içinde barındıracak yerimiz yok, onları Suriye içinde barındırabilmeliyiz. Suriye sınırları içinde bir güvenlikli bölgede BM kampları kurulmalıdır” açıklamasını yaptı.
Davutoğlu'nun NATO askeri müdahalesi öngörüsü tutmadı. Rusya ve Çin, BM müdahalesini Güvenlik Konseyi'nde red oyu vererek engelledi. İran, Beşar Esad'a desteği artırdı. Hizbullah, Şam'a destek verdi ve nihayet Rusya iç savaşa müdahale etti. ABD ve Türkiye muhalefeti desteklemeye devam ettiler. Davutoğlu'nun büyük umutlar beslediği Müslüman Kardeşler'in Suriye'de güçlü olmadığı ortaya çıktı.
Sayın Hâkim;
Davutoğlu'nun Suriye'de muhalefeti destekleyerek Beşar Esad'ı devirme planını yürürlüğe koyduğu dönemde, Suriye görev gücü denilebilecek kadrolarda tanıdığım kişileri çok uyardım. Türkiye, Suriye'de rejim devirebilecek ölçüde büyük bir operasyonu yapabilecek kadar Suriye'yi tanımıyor uyarısında bulundum. 2011'de Türk Dış İşleri Bakanlığı'nda Arapça bilen diplomat sayısı Polonya Dış İşleri Bakanlığı'ndaki Arapça bilen diplomattan daha azdı. Türkiye'nin böyle bir operasyon yönetebilecek deneyimi yoktu. Nitekim Müslüman Kardeşlerin gerçek gücünü Davutoğlu öngörememişti. Suriye muhalefeti hızla selefi cihatçı bir eksene kaydı. Suriye iç savaşı uzadıkça uzadı. Türkiye'ye göç hızlandı ve Suriye iç savaşı daha da tırmandı. 2011- 2013 yılları arasında Suriye muhalefeti ilerleyen güçtü. Esat rejimi sürekli geri çekiliyor, toprak ve kaynak kaybediyordu. Ancak 2014'te Suriye muhalefetinin iç çatışmaları arttı. Esad, muhalefetin iç çatışmalarından istifade ederek, Şam, Hama ve Humus'ta kontrolü tekrar sağladı. 2015'te Rusya, Hava Kuvvetleri ile Suriye ordusuna etkin destek vermeye başladı. Bu destek Şam rejimini daha da güçlendirdi. Şam; Halep'i tekrar ele geçirirken, Halep'teki muhalif orgütlerin İdlib'e çekilmesi konusunda anlaşıldı. Türkiye'nin demografik yapısı bu göç ile hızla değişmeye başladı. Davutoğlu'nun kırmızı çizgi ilan ettiği, 100 bin sınırı defalarca aşıldı. Göç İdaresi Başkanlığı'nın resmi web sitesine baktığımız zaman, Suriye'den Türkiye'ye resmi göç rakamlarını şöyle görüyoruz:
2012 - 14 bin 237
2013 - 224 bin 665
2014 - 1 milyon 519 bin 286
2015 - 2 milyon 505 bin 549
2016 - 2 milyon 834 bin 441
2017 - 3 milyon 426 bin 786
2018 - 3 milyon 623 bin 192
2019 - 3 milyon 576 bin 376
2020 - 3 milyon 641 bin 370
2021 - 3 milyon 737 bin 369
2022 - 3 milyon 535 bin 898
2023 - 3 milyon 214 bin 788
Bu sayılar iç savaşın başladığı 2011 ile 2013 arasında ülkemize gelen Suriyeli sayısının yatay bir seyir eğilimi izlediğini gösteriyor. Bu dönemde ana çatışma ekseni, Suriye Silahlı Kuvvetleri ile Muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasındadır.
Ülkemize yönelik göç, 2013-2015 döneminde tırmanmıştır. 2013'ten 2015'e kadar artış 10 kattır. 2013-2015 arasında, Suriye iç savaşında, IŞİD ve PKK/YPG etkisinin arttığı yıllardır. IŞİD ve PKK/YPG'nin 2013-2015 yılları arasında hem birbirleri ile yoğun bir çatışma içinde olduğu hem de Suriyelileri etnik temizlik ile Türkiye'ye göçe zorladıkları görülmektedir. Özetle emperyalizm bu iki terör örgütünü kullanarak, Kitle Göç Silahı diye anılan bir yöntem ile milyonlarca Suriyeliyi göç ettirmiştir. 2016'da ise Rus ordusu ve Suriye ordusu Türkiye'ye yönelik göçü tırmandırdı.
2024 yılına gelindiğinde Türkiye'de değişik statülerde kayıtlı olan yabancı nüfusa Göç İdaresi Başkanlığı verileri ile bakalım:
İkamet izinli yabancılar: 1 milyon 116 bin 703 (27 Haziran 2024 itibarıyla)
2010'dan itibaren yakalanan “toplam” düzensiz göçmen sayısı: 2 milyon 340 bin 052 (27 Haziran 2024 itibari ile)
2010'dan itibaren “toplam” Uluslararası Koruma Başvurusu: 647 bin 679 (2023 sonu itibari ile) ülkeye yerleştirilen Suriyeli: 67 bin 277 (2016-2024 arası)
Türk Vatandaşlığı verilen Suriyeliler: 237 bin 995 (2023 sonu itibari ile).
Özetle, Arap baharı ve Suriye iç savaşı döneminde 7 milyon 522 bin 389 yabancı, kayıtlı olarak Türkiye'ye gelmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, “27 Haziran 2024 itibari ile ülkemizde ikamet izni, geçici koruma ve mülteci / şartlı mülteci statülerinde toplam 5 milyon 276 bin 471 yabancı bulunmakta.” demektedir.
Kayıtsız olarak 2 milyona yakın kaçak Suriyeli'nin yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu nüfusun en yoğun olarak yaşadığı şehirler Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay,
Osmaniye, Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Konya, Bursa, İzmir, Ankara ve İstanbul'dur. Bu nüfusun Türkiye'ye gelmesi bir Stratejik Göç Mühendisliği idi.
Ülkemize yönelik bu Stratejik Göç Mühendisliğinin iki hedefi vardı. Birinci hedef; Suriye'nin kuzeyindeki Arap nüfusu kuzeye, Türkiye'ye itmek ve boşalan coğrafyayı PKK-YPG'nin denetimine vermekti. Bu hedefe ne yazık ki büyük ölçüde ulaşıldı. Eğer 15 Temmuz sonrasında Fırat Kalkanı ve Afrin Hareketleri yapılmasa idi PKK/PYD'nin Lazkiye'ye kadar ulaşması mümkündü. Peki, Fırat Kalkanı operasyonu neden 15 Temmuz'dan hemen 40 gün sonra (24 Ağustos 2016); TSK, FETÖ'cü darbenin ağır sarsıntılarını yaşarken, yüzlerce general, binlerce subay ve astsubay ordudan atılırken gerçekleştirildi? Çünkü durum çok acil, tehlike çok büyüktü. Bu operasyonun çok daha önce yapılmış olması gerekiyordu. Ancak TSK'daki FETÖ'cü yapılanma, Türkiye'yi zayıflatmak amacı ile Suriye'ye askeri operasyonu ve terörle etkin mücadeleyi engelliyordu.
İkinci hedef ise Türkiye'nin demografik yapısını bozmaktı, Emperyalizm bütün çabasına rağmen ülkemizde iç karışıklık çıkaramadı. PKK'nın yaptığı provokasyonlar, katliamlar Aydınlı ve Hakkariliyi, Şırnaklı ile Tekirdağlıyı karşı karşıya getiremedi. Çünkü hepimiz aynı milletin evlatlarınız. Emperyalistler; Türkiye'nin iç dinamiklerinin Türkiye'yi bir kaosa, iç çatışmaya sürüklemeyeceğini anlayınca; Suriye ve Afganistan gibi iç savaş yaşamış toplumların travmalı insanlarını ülkemize getirerek, bu insanlar üzerinden ve onların içine gizledikleri unsurlar ile sosyal ve politik kaosu tetiklemeyi hedeflediler. Stratejik Göç Mühendisliği ile bu iki hedefe ulaşılmak hedeflendi.
Sayın Hâkim;
Ülkemize yönelik Kavimler Göçü gibi büyük bir göç konusunda endişelenmemeli miyiz? Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik 8 Aralık 2020'de yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Eğer Türkiye insani ve vicdani nedenler ile göçü durdurmasaydı Avrupa reel politiği alt üst olacaktı. Avrupa demokrasileri tamamen çökecekti”. Demek ki ortada muazzam bir tehdit var.
25 Şubat 2023'de, AKP Genel Başkan Yardımcısı Efkan Ala; “Türkiye bölgede aldığı insiyatiflerle Avrupa'nın güvenliğine katkıda bulunmaya devam etmektedir.” açıklamasını yapmıştır.
Keza dönemin Ak Parti genel başkan yardımcısı Cevdet Yılmaz, 22 Kasım 2022'de “Nitekim bu göçmen meselesinde Türkiye Orta Doğu'da istikrar sağlayan bir ülke konumunda olmazsa bugün Avrupa hem güvenlik hem başka insani sorunlarla daha fazla karşı karşıya kalmış olurdu” demiş.
Başbakan Binali Yıldırım ise 24 Kasım 2016'da şöyle demişti: “Düşünün, Türkiye olmasa ne olacak? bütün bu Ortadoğu'dan; kargaşanın, savaşın yaşandığı bölgelerden akın akın mülteciler Avrupa'yı istila edecek ve çok büyük bir sorun yaşamak zorunda kalacaklar.”
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Mayıs 2019'da “Bugün Avrupa ülkeleri hala huzur içinde yaşıyor olmalarını, Türkiye'nin 4 milyon sığınmacıyı kendi topraklarında misafir etmesine borçludur” demiştir.
Avrupa Birliği 27 ülkeden oluşur. 27 ülkenin toplam yüzölçümü 4 milyon 233 bin 262 km² ve toplam nüfusu 449 milyondur. AB'nin 1 yıllık GSMH'ı 18 trilyon dolardır.
Sayın Hâkim;
Türkiye'den yaklaşık 5 kat daha büyük bir coğrafyaya yayılan ve 5 kat fazla nüfusa sahip olan, GSMH'sı 18,4 trilyon USD olan, Türkiye'den 17 kat zengin olan AB için tehdit oluşturduğu; Erdoğan, Yıldırım, Ömer Çelik, Efkan Ala, Cevdet Yılmaz tarafından ifade edilen göç dalgası, Türkiye için tehdit oluşturmaz mı? Bu kadar büyük bir göç yükünün Türkiye'ye yüklenmesi Türkiye'ye yapılmış büyük bir haksızlık değil mi?
Sayın Hâkim;
Ben ve genel başkanı olduğum Zafer Partisi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin göç konusunda Türkiye'ye büyük haksızlık yaptığını düşünüyor ve bu haksızlığa itiraz ediyoruz. Türkiye'yi adeta göçmen deposu haline getirdiklerini görüyoruz. Erdoğan da Şubat 2016'da şöyle diyor: “Bu göç akımının en büyük sebebi Rusya ve Esad rejiminin başlattığı sivil halkı hedef alan saldırılardır. BM'nin saldırıyı yapanlara karşı tedbir almak yerine ülkemize çağrıda bulunması, samimiyetsizliktir. Neymiş, kapınızı açın onları alın. Sen ne işe yarıyorsun Birleşmiş Milletler, senin görevin ne? Bu mülteciler için sen ne kadar destek verdin? Ayıptır ayıp. Bu BM teşkilatı bu iş için kurulmadı.
Dünyadaki diğer ülkelerin kabul ettiği mülteci sayısı ne kadar? Bizim alnımızda enayi yazmıyor. Biz bir yere kadar sabır sabır, ondan sonra gereği neyse onu yaparız. Herhalde otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor. Bu nasihatı veren BM, diğer ülkelere biraz nasihat versin de o mültecileri başka ülkelere gönderelim.”
Sayın Hâkim;
Erdoğan'ın Şubat 2016'da söyledikleri göstermektedir ki Cumhurbaşkanı daha 10 yıl önce dünyanın, BM'nin göç konusunda Türkiye'ye büyük haksızlık yaptığını düşünmektedir. Gerekirse Suriyelileri otobüs ve uçaklar ile başka ülkelere yollayabileceğini ifade etmektedir. Erdoğan'ın 2016'da söylediklerini 2021'den itibaren daha sistemli olarak söyleyen Zafer Partisi olmuştur. Erdoğan haksızlık yapıldığını söylediği zaman doğru, biz söyleyince suç mu oluyor? Erdoğan, Suriyelileri uçak ve otobüsler ile 3. ülkelere yollayabileceğini ifade edince doğru, Zafer Partisi sığınmacıları iç savaşın bittiği Suriye'ye otobüs ve gemilerle yollayacağını söyleyince yanlış mı oluyor?
Üstelik Erdoğan, Bulgaristan'da din ve milliyet değiştirmeye zorlanan 300 bin Türk'ün, dönemin ANAP iktidarı tarafından kabul edilmesine çok sert karşı çıkmıştı.
Erdoğan şöyle söylemişti; “Ne dedi Bulgaristan'a? Gelin dedi ya ne kadar varsa gelin dedi. Tamam güzel gelin diyorsun ama bak Ahmet Mehmet asgari ücrete talim ediyor. Ülke insanı aç, kadınını satıyor, kızını satıyor, çalıştırıyor. Sen buna çözüm bulamamışken, gelin diyorsun. Bunları nereye yerleştireceksin?
Kapıkule'de bir anons: Muamelesi biten soydaşlarımız istediği yere gidebilir. 780 bin kilometre kare emrinize amadedir. Eee tabi bu insanlar geldi. Kim geldi? Casus mu değil mi? Bir de bakıyorsunuz ki Ercüment Konuk falan çıkıyor. Gelenlerin içinde 5 bin casus var.
Ey Allah'ım Yarabbi. Bu nasıl perhiz bu nasıl lahana? Bu nasıl bir devlet anlayışı?
Adam sana vize üstüne vize uyguluyor, sen oradan Türk olduğu için değil, Müslüman olduğu için kovulan 300 bin insan, dikkat edin bu ifademe, nazik ifade olduğu için söylüyorum dikkat edin 300 bin insan kovuluyor. Ve adam ne diyor 'Biz onları Türk olduğu için kovmadık. Bunlar Bulgar vatandaşı Müslümanlardır' diyor.
Ve biz bu insanların oradaki haklarından vazgeçiyoruz, isteyen istediği yere gider diyoruz. Nereyi veriyoruz, okul yurtlarını onlara veriyoruz. Okullar açılıyor, başınızın çaresine bakın diyoruz. Eee başının çaresine nasıl bakacak bu insanlar?"
Sayın Hâkim;
Bu kadar büyük bir göç Türkiye'ye ekonomik, demografik, kriminal, sosyolojik, kültürel yükler yüklemez mi? Erdoğan 28 Şubat 2019'da 2011-2018 arasında harcanan paranın 37.5 milyar dolar olduğunu açıkladı. Bu rakamı kriter alırsak 2025'e kadar harcamaların en az 80 milyar dolara çıktığı görülecektir. Türkiye'de ekonomik krizin derinleşmesinin bir nedeni de şüphesiz sığınmacı krizinin ülke ekonomisine getirdiği büyük yüktür.
Sayın Hâkim;
Türkiye'nin düşmanları, stratejik göç mühendisliğini tasarlayanlar elbet bu durumu istismar edeceklerdir.
Demografik değişimin olası etkileri, yabancı uzmanlar tarafından da dile getirilmeye başlandı. Ryam Gingeras, Yunan kökenli Amerikan Harp Akademisinde Türkiye uzmanıdır. Gingeras Türkiye'nin dostu değildir.
Osmanlı'nın son ve Cumhuriyet'in ilk dönemi konusunda uzmandır. “Eroin, Organize Suç ve Modern Türkiye'nin Oluşumu” adlı kitabı ise Türkiye'deki suç dünyasını inceler. Ginperas, Ankara'nın Bağlariçi semtinde araştırmalar sürdürmüş, Mayıs 2016'da şu tespiti yapmıştır; “Bağlariçi'nde yaşanan sorunlar, Türkiye'nin gelecek 10 yıllarında karşısına çıkacak derin yaşamsal krizi yaşayacağını gösteriyor.” Türkiye'nin dostu olmayanlar Türkiye'ye gerçekleşen göçü ülkemizin zaafı olarak görmeye başladıklarını ortaya koymuşlardır. Bunun anlamı bu zaafı istismar edecekleridir.
Suriyeliler bombalandıkları için gelmediler, gelmeleri için bombalandılar. Suriye halkının ülkesi bir felakete sürüklenirken, Suriye halkı da göçün sefaletini yaşamaya başladı. Suriye halkından 10 yıl önce de Irak halkı benzer bir iç savaşı ve felaketi yaşamıştı. Oded Yilon'un “parçalanmalı” dediği iki devlet iç savaş yaşamış ve etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca ayrışmışlardır. Ve şimdi içinden geçtiğimiz günlerde;
İsrail Suriye'de yeni rejimi yıkmak, Suriye'yi parçalamak için çalışmaktadır. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar ''Suriye parçalanmalıdır'' demiştir. İsrail'in bölgedeki uzantısı PKK/YPG de federasyon adı altında Türkiye'nin karşı çıkmasına rağmen Suriye'nin parçalanması sürecinin parçası olmaktadır.
Sayın Hâkim;
Ortadoğu'da büyük bir Kürdistan'ın kurulması için Irak ve Suriye'nin bölünmesi yetmiyor. Dört ülkenin parçalanması gerekiyor. Irak, Suriye, İran ve Türkiye. Irak ve Suriye parçalanmıştır. Artık hedefte İran ve Türkiye vardır. Hamas'ın İsrail'e saldırması sonrasında (7 Ekim 2023) İsrail'deki en ırkçı İsrail hükümeti uzun yıllardır hazırlandığı bir savaş için fırsat bulmuş ve Gazze'yi yok etmiş, Lübnan'da Hizbullah'ı büyük ölçüde tasfiye etmiş, Suriye'deki İran güçlerini imha etmiş, Şii milisleri çekilmeye zorlamış, Beşar Esad rejiminin yıkılmasını sağlamış, Suriye ordusunun kalan silah ve cephane envanterini yok etmiştir. Golan Tepelerini işgal etmiştir. Suriye'nin kuzeyindeki PKK/YPG ise İsrail'i doğal müttefiki olarak görmektedir. İsrail dört Arap devletini yendiği 1967 savaşından bu yana Ortadoğu'da bu kadar bir jeopolitik avantaj elde etmemiştir.
PYD, Beşar Esad'ın devrilmesinden sonra yeni Şam Yönetimi ile görüşmelere başlamıştır. PYD özerklik federasyon çizgisinde talepleri gündemde tutmaktadır. Şam buna karşı çıksa dahi, PYD federasyonu kurarlarsa ve kontrolünde tuttuğu bölgeyi “federe Kürdistan” ilan ederse, Şam'da ki yeni rejimin bu adımı askeri güç ile durdurması mümkün değildir. Çünkü YPG, Şam rejiminden askeri olarak daha güçlüdür. İsrail sürekli Şam yönetiminin kontrolünde tuttuğu bölgedeki askeri tesis, silah ve cephanelikleri bombalayarak, Şam'ı PKK/YPG karşısında daha da zayıf konuma itmektedir.
Özetle Suriye politikasının sonu Beşar Esad'ın devrilmesi Türkiye'de 5 milyon kayıtlı Suriyeli sığınmacının gelmesi, yüz milyarlarca dolar maliyet, Suriye'de PKK/YPG'nin belirli bir bölgede devletleşerek Şam siyasetine ortak olması, El-Kaide kökenli Colani'nin Suriye Devlet Başkanı olması ve Suriye'nin parçalanmanın eşiğine gelmesidir. Ve İsrail'in, güney Suriye'yi işgal ederek müttefiki PYD ile coğrafi yakınlık oluşturması da Türkiye için bir maliyettir.
Ve İsrail şimdi Suriye ve Lübnan'daki güçleri imha edilen, içeride büyük ekonomik kriz yaşayan İran'a, İran'ın nükleer tesislerini de hedefleyen bir saldırıya hazırlanmakta ve ABD yönetimini buna ikna etmeye çalışmaktadır. İran bu saldırıyı engellemek için bir yandan Rusya ile askeri anlaşma imzaladı, diğer yandan ABD ile nükleer konularda anlaşma sağlamaya çalışıyor. Çünkü Tahran'da İsrail'in saldırısı sadece nükleer tesisler ile sınırlı kalmayacak, aynı zamanda İran'ın etnik fay hatları boyunca başlayacak bir iç savaşı da tetikleyeceğini biliyor.
Sayın Hâkim;
Ülkemize Stratejik Göç Mühendisliği ile gelenler sadece Suriyeliler değildir. Ülkemize yönelik büyük bir Afgan göçü vardır. Türkiye'de Haziran 2023 itibarı ile 2 milyon civarında Afgan olduğu tahmin edilmektedir. 2014-2022'nin ilk 4 ayı arasında, Türkiye'den sınır dışı edilen Afgan sayısı 493.968'dir.
Sayın Hâkim,
Her sınır dışı edilen yabancıya karşılık 2 tane içeride kalmaktadır. Türkiye'deki Afgan yurttaşlarının 2022'de kendi aralarında oluşturdukları kayıtlara göre 1 milyon 750 bin Afgan ülkemize girmişti. Amerikan ordusunun Afganistan'dan çekilmesi sonrasında, Amerikan ordusu ile Taliban'a karşı savaşan Afgan ordusu birlikleri, ABD ile İran arasında yapılan anlaşma çerçevesinde İran'ı geçerek, Türkiye'ye sınırdan engellenmeden, çoğu yerde görüntüleri de tespit edilmiştir, geçerek askeri üniforma ve askeri yürüyüş ile sınırımızı aşmış ve Türkiye içinde dağılmıştır. Afgan ordu birliklerinin nerede olduğu bilinmemektedir. Afgan göçünün Türkiye'ye yönlendirilmesinin arkasında da ABD'nin olduğu görülmektedir. 16 Kasım 2018'de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şöyle demektedir:
“sadece Suriye değil, aslında bir problemimiz daha var, bu da Afganistan kaynaklı düzensiz bir göçtür. Şunu açık ve net söyleyeyim; burada Amerika net bir oyunla karşı karşıyadır. Amerika'nın Afganistan'daki büyükelçisi kimdir? 15 Temmuz darbesindeki büyükelçidir. Peki, afyon üretimi en çok ne zaman artmıştır? O oraya gittikten sonra. Peki, bir soru daha; Afganistan kaynaklı düzensiz göç ne zaman artmıştır? O adam oraya gittikten sonra.”
Sayın Hâkim;
Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; ABD'nin, Afganistan'dan Türkiye'ye yönelik stratejik göç mühendisliği yaptığını ifade etmiştir. Ve Süleyman Soylu sadece Afganistan'ın değil, Suriye'nin de sorun olduğunu ifade etmiştir. Afganistan'dan Türkiye'ye, İran'ı aşarak ulaşacak şekilde bir stratejik göç mühendisliği yapan ABD'nin; Suriye'den Türkiye'ye yönelik göç mühendisliği yapmadığını düşünmek mümkün değildir.
Sayın Hâkim;
Ülkemize yönelik kavimler göçüne benzer göç dalgalarının tek nedeni Suriye ve Afganistan'dan yapılan stratejik göç mühendisliği değildir. Küresel ısınma da, küresel boyutta göçleri teşvik etmektedir. Güney ve Orta Amerika'dan, Kuzey Amerika'ya, Afrika, Pakistan, Afganistan, Bengaldeş'ten Anadolu ve Avrupa'ya göçler gerçekleşmektedir.
Tarih boyunca iklim değişiklikleri ile göçler arasında yoğun bir ilişki olmuştur. Biz Türklerin Göç Destanı aslında bir iklim değişikliğini anlatır. Orta Asya'da iç deniz kurumuştur. Çölleşme yaygınlaşmıştır. Kurtlar, kuşlar “Göç, göç” diye bağırmıştır.
4. yüzyılda başlayan Kavimler Göçü'nün bir nedeni de; soğuyan havanın, Hunlar ile birlikte Asya ve Doğu Avrupa kavimlerini Roma İmparatorluğu topraklarına itmesi olmuştur. Küresel ısınma beraberinde seller, fırtınalar, tayfunlar, hortumlar, yağışların azalmasıyla orta ve uzun vadede kuraklığa, çöllenmeye, buzulların erimesiyle, deniz seviyesinde yükselmeye ve deniz kenarındaki yaşam alanlarını sular altında bırakarak yükselmelere neden olacaktır. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli 1990 yılında, iklim değişikliğinin büyük göçleri tetikleyeceğini açıklamıştır.
Küresel ısınma yeni göçler için zemin hazırlarken, dünya nüfusu ve özellikle komşu ülkelerin nüfusu hızla artmaktadır. 2030'a kadar dünya nüfusunun 750 milyon artacağı öngörülmektedir. Irak, Suriye, ve İran'ın nüfusları, 2030'a kadar 25 milyon, 2050'ye kadar 65 milyon artacaktır. Mısır'ın nüfusunun, 2050'ye kadar 53 milyon artması beklenmektedir. Öte yandan Avrupa'nın nüfusu, 2030'a kadar 6 milyon, 2050'ye kadar 33 milyon azalacaktır. Avrupa'nın azalan nüfusu, nüfus artan bölgelerden Avrupa'ya Anadolu üzerinden nüfus çekecektir, çekmeye başlamıştır.
Ortadoğu'da nüfus artarken, artan sıcaklıklar, azalan yağış, tatlı su kaynaklarının azalmasına neden olacaktır. Muğla-Şanlıurfa iklim kuşağında, yıllık ortalama sıcaklık, Kahire iklim kuşağı seviyesine çıkacaktır. Eğilimin böyle devam etmesi durumunda; 21. yüzyılın sonunda, Dicle ve Fırat havzalarının kuruması beklenmektedir. Önümüzdeki 30 yılda; Irak, Ürdün, İsrail, Lübnan ve Suriye'de yeraltı suları azalacak, artan nüfus, azalan gıda üretimi ve su kaynaklarının kuruması, sınırımızda çatışmalara ve ülkemize yönelik göçlerin artmasına neden olacaktır.
Sayın Hâkim;
Su kaynakları kıtlığı, büyük bir öneme sahiptir. Hz. Muhammed, Mekke'den Medine'ye hicret etmiştir. Peygamberimiz ile birlikte hicret edenlerin sayısı 183'tir. Ensar Medineliler, Muhacir Mekkelileri büyük bir kardeşlik sevinci ile karşılamışlardır. Ancak bir müddet sonra Ensar ve Muhacirler arasında özellikle su kaynakları için tartışmalar çıkmıştır. Hz. Muhammed bu hususta hakem tayin edilip hüküm vermiştir. Ancak Peygamberimizin hükmüne itibar edilmemesi üzerine, Nisa Suresi 65. ayet nazil olmuştur. Bu vakıa da su kaynaklarının ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Sayın Hâkim;
Nüfus artışı, küresel ısınma, azalan tarımsal üretim ve azalan su kaynakları iklim mültecilerinin sayısını artıracaktır. Dolayısıyla kıt kaynaklar için çatışmalarda artacaktır.
Bugün ülkemizin Kahire iklim kuşağına kayan bölgesinde olan Mersin, Adana, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa'da halen mevcut Suriyeli geçici koruma altındaki sığınmacılar kalır ise Türklerden çok daha yüksek olan doğum oranı ile anılan bölgede nüfus dengeleri radikal şekilde Türkler aleyhine değişecektir. Türkiye'nin güneyinde de iklim değişikliği nedeni ile kaynak paylaşımı çatışmalarının başlaması kaçınılmaz olacaktır.
Avrupa iş piyasasına erişmek amacıyla; Ortadoğu'dan Türkiye'ye, Afrika'dan Türkiye'ye, küresel ısınma kaynaklı göç zaten başlamıştır. Daha şimdiden Türkiye'de
2 milyona yakın Afrikalı çoğu kaçak, turist; ikamet izinli insan olduğu tahmin edilmektedir.
Güney Asya'dan ve Afrika'dan Türkiye'ye gelen ve önemli bir bölümü, Türkiye'de kalacak olan iklim mültecileri ülkemizde halen bulunan milyonlarca geçici koruma altındaki Suriyeli, kaçak Suriyeli, Afgan, Afrikalı, Libyalı, Mısırlı, Pakistanlı vesair ülkelerden gelen nüfusla birleşince, Türk nüfusun azaldığı gerçeği ile birlikte Türkiye bir beka sorunu ile karşı karşıya kalacaktır.
Sayın Hâkim;
Küresel ısınma ve göçler ABD ve AB'nin 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren uyguladıkları göç politikalarını değiştirmesine neden olmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrasında, mülteci hukukunun şekillenmesinde Nazilerin yapmış olduğu Yahudi Soykırımına Batı dünyasının duyarsız kalmasından duyulan utanç büyük rol oynamıştır. Çünkü Yahudiler, Nazi imha makinasından kaçmak istediklerinde, sığınma hakkı elde edememişlerdi. Bundan dolayı, 1951'de hazırlanan ve uluslararası mülteci hukukunun çerçevesini oluşturan Cenevre Konvansiyonu, liberal bir mülteci hukuku oluşturmuştur.
Ancak 21. Yüzyılın başında yaşanan küresel ısınma ve Corona virüs salgını sonrasında başlayan göç dalgaları, AB ve ABD'yi liberal mülteci hukukunu tasfiyeye yönlendirmiştir. Avrupa Birliği mülteciler hukukunu ve uygulanmasını sertleştirmeye başlamıştır. 2019'da Avrupa Birliği, Mülteciler Komiserliği'ne Alman Ursula von der Leyen, görev dağılımında göç konusunu “Avrupalı Yaşam Biçimini Korumak” adı verilen dosyaya dahil etmiştir. Almanya gibi nüfusunun yüzde 24'ünü yabancıların oluşturduğu bir ülke bile, Nazi geçmişinin ağır psikolojik korkusuna rağmen liberal mülteci hukukunu tasfiye etmektedir. Mülteci karşıtı Alternative für Deutschland adlı partinin, 15 senedir önerdiği politikalar ve hukuki önermeler Hristiyan demokrat CDU tarafından yaşama geçirilmektedir. Buna rağmen Alternative für Deutschland oylarını artırmaktadır.
Özellikle Afrika'dan Avrupa'ya göçlerin köprü başı olan İtalya'da da, göç karşıtı Meloni'nin Fratelli d'Italia isimli partisi iktidardadır. Avrupa kendisini; hem AB'nin yeni hukuki düzenlemeleri hem AB ülkelerinde göç karşıtı siyasi partilerin güçlenmesi ile savunmaktadır. Avrupa Birliği 10 Nisan 2024'te Avrupa Parlamentosu'nda “AB Göç ve İltica Paketi” kabul edildi ve Avrupa Konseyi tarafından 14 Mayıs 2024'te onaylandı. Paketin amacı AB'nin dış sınırlarının güçlü ve güvenli hale getirilmesidir.
ABD'de Trump birinci başkanlık döneminde Latin ve Orta Amerika'dan gelen göçe karşı savaş açmış ve Meksika sınırına duvar inşasına başlamıştır. İlk dönemi sonunda girdiği seçimleri kaybeden Trump, Biden'ın liberal göç politikalarına da duyulan tepki ile 2024'te yapılan seçimleri, göçü durdurma vaadi ile kazanmayı başarmıştır. Trump, 6 Mart 2025'te, Kongre'de yaptığı konuşmada ise Amerikan tarihinin en büyük sınır güvenliği operasyonunu yaparak başladığını, Venezuela ve Meksika kökenli uyuşturucu kartellerini, İŞİD gibi terör örgütü ilan ettiğini açıklamıştır. ABD'nin güney ve orta Amerika'dan gelen göçü durdurma politikasına, kriminal unsurlardan başlayan geri yollama politikası da eşlik etmektedir. Özetle, dünya göçün etkilerini azaltma mücadelesi vermektedir.
Sayın Hâkim;
Ülkemiz bir yandan Suriye ve Afganistan'dan stratejik göç mühendisliği ile gelen tahmini milyonlarca sığınmacı ve kaçak, diğer yandan küresel ısınma sonucunda Afrika ve Pakistan başta olmak üzere değişik ülkelerden gelen milyonlarca yabancının baskısı altındadır. Bu baskı; ekonomik, demografik, sosyolojik, kültürel baskı ve tehditler başlığı altında toplanabilir. Sığınmacıların ve kaçakların, ülke ekonomisi için oluşturduğu ekonomik yükü ifade ettim.
Sayın Hâkim;
Son günlerde Türkiye'nin gündeminde olan çok önemli konulardan birisi de doğum oranının düşüklüğüdür. Gerçekten kadınlarda doğum oranı yüzde 1'e kadar düşmüştür. Erdoğan bu hususu bir beka meselesi olarak ilan etmiştir ve haklıdır. Milli Güvenlik Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu nüfusun azalmasının büyük tehdit olduğunu ifade etmekte ve tek çarenin Türk dünyasından nüfus naklini çözüm olarak önermektedir. Prof. Dr. Afyoncu Türkiye'ye sığınmacı olarak gelen Suriyelilerin nüfus eksikliğini gidermek için çözüm olamayacağını “Bu milletin ana omurgası Türk” diyerek cevaplandırmıştır. Türkiye'nin nüfusunun artışı ancak doğum oranının yüzde 2,1 ve üstü olması ile mümkündür. Demek ki Türkiye'de doğum oranı tehlikeli oranda düşmüştür. Türklerde doğurganlık oranı düşerken Suriyelilerin ülkemizde ki doğum oranları Suriyelilerin Suriye'de ki oranını da geçmiş ve Cumhurbaşkanlığının Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Bilimleri Enstitüsüne yaptırdığı araştırmaya göre 5.3'tür Bu artış Türklerden 5 kat fazladır. Geçici sığınmacıların vatandaşlık alarak ülkemizde kalmaları durumunda nüfus dengelerinin nasıl değişeceği ortadır. Suriyelilerin nüfus artışının izlenen yanlış sosyal yardım politikasının da etkileri vardır. “Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Programı” kapsamında 18 yaşından küçük üç ve daha fazla çocuğu olan ailelere ekonomik yardım yapılması Türkiye'de ki Suriyelileri daha fazla çocuk yapmaya sevk etmektedir. Önümüzdeki süreçte, nüfus artış oranları böyle devam ederse karşımıza milli varlığımızı tehdit eden sonuçlar çıkacaktır.
Sayın Hâkim;
Sığınmacı ve kaçak göçünün oluşturduğu sakıncalar, ekonomik ve demografik tehditler ve baskılar ile sınırlı değildir. Sığınmacı ve kaçaklar arasında Türkiye'ye manevi olarak bağlı olmayan, şükran duymayan milyonlar vardır. Bu insanlar yabancı istihbarat servisleri için büyük bir insan kaynağı oluşturmaktadır. Arap gizli servislerinin, bu insanlar arasından küçük meblağlar karşılığında eleman devşirmesi çok kolaydır. sadece Arap istihbarat servislerinin değil; İsrail istihbarat servisi MOSSAD'ın bile ülkemize gelen vatandaşlık alan ve devletin işe yerleştirdiği Suriye kökenliler arasından Türkiye'ye karşı bilgi toplamak amacı ile eleman bulduğu MİT'in yaptığı operasyon ile ortaya çıkmış, konu yargıya intikal etmiştir.
Şüphesiz göçlerle gelen bir diğer tehdit, milli kimliğimizin ayrılmaz parçası olan Hanefi- Maturidi ve Alevi-Bektaşi çizgilere karşı cihatçı Selefi çizginin ülkemize sızması ve gelişmesidir. Yapılan araştırmalar göre Selefilik Türkiye'de hızla yayılmaktadır. İçişleri Bakanlığı'nın yaptırdığı araştırmalar, Selefilik'in yayılma hızını göstermektedir. Devlet bu tehlikeli sürecin farkındadır ve izlemektedir. Güvenlik ve istihbarat bürokrasisi, sosyolojik süreçleri izler ancak durduramaz. Cihatçı Selefilik; tekfirci, radikal, İslam kültür ve uygarlığına düşman, vatansız, kozmopolitik emperyalizm tarafından kullanılmaya müsait, yozlaşmış bir anlayıştır. Selefilik'in yayılması, Türk milli kimliğine zarar verecektir. Unutmayalım iki Türk askerini yakarak şehit edenler, Türk cihatçı Selefilerdi.
Kontrolsüz göç; en fakir, en eğitimsiz kesimlerin ülkemize gelenler arasında en yüksek oranları oluşturması, gelenlerin Türkiye'de iş bulamaması sebebiyle suça kaynak için uygun ortamı oluşturmaktadır. Prof. Dr. Mithat Arman Karasu Şanlıurfa ve Kilis'te
yaptığı saha araştırmalarında; Şanlıurfalıların yüzde 56,3'ünün, Kilislilerin ise yüzde 77,5'inin Suriyeliler geldikten sonra illerinde hırsızlık, fuhuş, gasp ve kamu mallarına zarar verme suçlarının arttığını düşündüklerini ortaya çıkarmıştır. Bu oranlar çarpıtılmış, gizlenmiş istatistiklere değil, halkın günlük yaşamdaki gerçek gözlemlerine dayanmaktadır.
Üstelik Prof. Dr. Karasu'nun da tespit ettiği gibi asıl önemli husus, sığınmacıların ve kaçakların halihazırda işledikleri suçlardan çok suç işleme potansiyelleridir. İşsiz, eğitimsiz, umutsuz, Türk toplumu ile bağ kuramayan ve kimlik krizi yaşayan Suriyeli, Afgan gençler için mafya kolay para ve güç anlamına gelmektedir.
Sayın Hâkim;
Milyonlarca sığınmacı çocuk ülkemizde eğitim görmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın verdiği rakamlara göre ülkemizde 1 milyon 7 bin yabancı öğrenci ilköğretimde okumaktadır. Bu sayının büyük bölümü Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay, Osmaniye, Adana, Mersin'de ve Ankara, İzmir, Bursa, İstanbul'un belirli bölgelerindeki okullarda yoğunlaşmıştır. Türkçesi zayıf alan öğrencilerin yoğunluğu derslerin kalitesini düşürmektedir. Suriyeli öğrencilerin sayısının yoğun olduğu okullarda çeteleşmeler yaşanmaktadır.
Milyonlarca sığınmacı ve kaçağın sağlık sistemimiz üzerinde de büyük bir yük oluşturduğu görülmektedir. söz konusu olan yük sadece hasta sayısının artmasından kaynaklanmamaktadır. Aşı zinciri kırılmış, kaybolmuş hastalıklar tekrar ortaya çıkmıştır. 2005'de binde 5'e düşen tüberküloz yüzde 3.6'ya çıkmıştır. Binde 2'ye düşen suçiçeği hastalığı 2015'de yüzde 4'e çıkmıştır. Yok edilen el ayak hastalığı 10 binde 1'den yüzde 2'ye çıkmıştır. Kızamık, şark çıbanı ve çocuk felci tekrar ortaya çıkmıştır.
Sayın Hâkim;
Bugüne kadar kamuoyuna açıkladığım tüm uyarıları, yukarıda saydığım tüm bu hususlar konusunda halkımızı bilinçlendirmek amacıyla yaptım. Saydığım hususlar; benim, yıllarca üzerine çalıştığım ve uzmanlık alanım olan hususlardır. Dönemin milletvekili olarak, bir siyasi partinin genel başkanı olarak; hukukun bana yüklediği
sorumluluğu yerine getirdim. Asıl bu uyarıları yapmasaydım, hukuka aykırı davranmış olurdum.
Sayın Hâkim;
Ümit Özdağ ve Genel Başkanı olduğum Zafer Partisi; küresel bir göç çağında, dünyanın en fazla göç alan ülkelerinden birisi olan Türkiye'de göçün ortaya çıkardığı tehditleri ortaya koymuş, çözüm politikaları geliştirmiş ve anlatmıştır. Bunları yaparken milli güvenlik sorumluluğu ile hareket etmiştir. Değil olayları kışkırtmak; aksine olası tahrikçilerin provokasyon girişimlerini hukuki ve siyasi yöntemler ile engellemek için çalışmıştır. Bu çalışmalarımızın örneklerini mahkemeniz ile paylaşacağım.
Sayın Hâkim;
Savcılara; anayasa, CMK ve AİHS tarafından verilmiş görev, adil yargılanmanın yapılabilmesi için mahkemenin önüne sanığın aleyhine olduğu gibi lehine olan bilgi, belge ve delilleri de getirmesidir. Gerçek ancak böyle ortaya çıkar, adalet ancak böyle tecelli eder. Bu davada savcı, aleyhime olduğunu düşündüğü X paylaşımlarımı iddianameye koymuş. İddianameye aleyhte delil olarak koyduğu X paylaşımlarımın hiçbirisinin, T.C.K 216'da tanımlanan suç tanımına girmediği çok açık. Savcı da zaten iddianamede bunu kabul ediyor. Ancak savcı bunların; halkı, geçici sığınmacılara karşı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini düşünmüş. Bulabildiği X paylaşımları bunlar. 78 gün arayarak bulunanlar bunlar. Ben şimdi savcının yapması gereken şeyi yapacağım ve Ümit Özdağ'ın lehine olan delilleri de mahkemeniz ile paylaşacağım.
30 Ocak 2020 tarihinde TBMM'de yaptığım konuşmada, DEM milletvekiline cevap verdim ve şöyle dedim:
“Suriyeli sığınmacılara karşı çıkmayı Hatip ırkçılık olarak nitelendirdi. HDP-PKK'nın bu konuda tavrının çok açık olduğu ortada. Suriye'de yapılan stratejik göç mühendisliğiyle Suriye'nin kuzeyinde bir PKKistan Amerikan desteğiyle kurulmaya çalışılıyor. Ve oradan etnik temizlik Türkiye'ye yönelik yapılıyor. Ondan dolayı Suriyelilerin geri dönmesini istemiyorlar. Çünkü birlikte siyaset yaptıkları ve terör eylemlerini destekledikleri örgüt orada devletleşme süreci içerisinde. Şimdi siz daha iyi anlıyor musunuz kimler Suriyeliler kalsın istiyorlar ve neden kalsın istiyorlar. Çünkü bu bir
büyük Kürdistan projesidir. Sıra Türkiye'ye gelecek. İlk önce Irak'ta bir devlet yapılanması yapıldı. Şimdi Suriye'nin kuzeyine bir yapı kuruyorlar. Bunu İran izleyecek ve sıra Türkiye'ye gelecek. Onun için Suriyelilere burada vatandaşlık verin diyorlar. Amaç bu. Halbuki biz Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini istiyoruz. PKK tarafından şiddet kullanarak oradan Türkiye'ye yollanan insanların dedelerinin vatanlarına geri dönmelerini istiyoruz.”
Sayın Hâkim;
“Halbuki biz Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini istiyoruz. PKK tarafından şiddet kullanarak oradan Türkiye'ye yollanan insanların dedelerinin vatanlarına geri dönmelerini istiyoruz.” demek, biz bu insanların dostuyuz demektir”
Sayın Hâkim;
10 Ağustos 2021'de Ankara'da Önder Mahallesi'nde bir Türk genci Emirhan Yalçın Suriyeliler tarafından bıçaklandı ve öldü. Arkadaşı Ali Yasin ise yaralandı. 11 Ağustos'ta Ali Yasin'i hastenede ziyaret ederek şöyle dedim: “Senden ricam şu, telefonla arkadaşlarını ara ve sakin olmalarını en ufak bir şekilde intikam almamaları gerektiğini söyle” ve Ali Yasin'in babası Ceyhan Ülger'in “Mahallenin gençleri teyakkuzda” demesi üzerine, “Mahallenin gençleri de sakin olmalılar” dedim.
Değil kin ve düşmanlık tohumları atmak, kışkırtmaya müsait hadiseleri bile yatıştırmaya çalıştım.
Mesela 13 Ocak 2022'de sığınmacı kaynaklı olduğu ileri sürülen saldırı haberleri artmaya başladı. Bunun üzerine:
“Bu tür saldırı ve tecavüzler her geçen gün yaygınlaşıyor ve düşman olmayan insanları birbirine düşman ediyor. Sonuç iyi olmayacak. Destek olun, göz göre göre gelen felaketi engelleyelim. Suriyelileri Türkiye'nin dostları olarak ülkelerine yollayalım” şeklinde bir paylaşım yaparak düşmanlık duygularının gelişmesini engellemeye çalıştım.
24 Ocak 2022 tarihinde Suriyeli geçici sığınmacılara yönelik Arapça altyazı ile YouTube ve diğer sosyal medya hesaplarım üzerinden şu çağrıyı yaptım: “Türkiye'de bulunan
Suriyeli sığınmacılara seslenmek istiyorum. Ben Zafer Partisi Genel Başkanı Profesör Doktor Ümit Özdağ. Ülkenizde bir iç savaş çıktı ve birçoğunuz bu iç savaştan kaçarak ülkemize sığındınız. Türk halkı da size kucağını açarak karşıladı ve misafir etti. Bu arada Suriye'de iç savaş, ülkenizde büyük yıkımlar yaptıktan sonra son 2 senede büyük ölçüde sona erdi. Sizlerin bayram tatillerinde ülkenize gidebilmenizden, ülkenizde ailelerinizi ziyaret edebilmenizden, ülkenizdeki iç savaşın bittiğini büyük ölçüde görüyoruz. Esasen, Avrupa Birliği ülkesi üyelerde kendilerine sığınan ve iltica hakkı verdikleri Suriyelileri artık ülkelerine yolluyorlar. Biz de Zafer Partisi olarak, 10 seneye yakın bir süre ülkemizde misafir olan siz Suriyeli kardeşlerimizin artık ana vatanınıza, ülkenize dönmesinin zamanının geldiğini düşünüyoruz. Misafirlik uzadığı zaman ev sahibi için de bir zulüm haline geliyor ve artık ülkenize dönerek ülkenizi yeniden inşa etmenizin vaktinin geldiğine inanıyoruz. Türk halkının büyük bir bölümü de böyle düşünüyor. Sizin burada kalma süreniz uzadıkça sizi bugüne kadar dostlukla, misafirperverlikle karşılayan Türk halkının da sinirlerinin gerildiğini siz de hissediyorsunuz sanıyorum. Biz sizin Zafer Partisi olarak, Türkiye'nin dostları olarak Suriye'ye dönmeniz için bir plan hazırladık. Bu plan çerçevesinde hem oradaki güvenliğinizin ve geleceğinizin Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin teminatı altında olacağı bir ortam oluşturup, hem de analarınızın, babalarınızın, dedelerinizin, ninelerinizin topraklarına, kendi ülkenize dönmenizi sağlayacağız. Biz sizin düşmanınız değiliz. Aslında biz sizin gerçek dostlarınızız. Çünkü biz Zafer Partisi olarak, Suriye'nin bölünmemesini istiyoruz. Biz Suriye'nin kuzeyinin Suriye'den kopartılarak orada bir PKK terör örgütü kontrolünde bölge oluşmamasını istiyoruz. Evet, artık ülkenize dönmenin zamanının geldiğine inanıyoruz. Ve şunu da anlamanızı bekliyoruz. Türk milleti kendi vatanını sizinle paylaşmak istemiyor. Hatırlayın, siz de Irak iç savaşı sırasında ülkenize gelen Iraklıları misafir etmiştiniz ama onlarla, üstelik onlar da Arap olmasına rağmen, ülkenizi paylaşmak istememiştiniz. Hiçbir millet, ülkesini başka bir milletle paylaşmak istemez. Bunu da anlayışla karşılayacağınızı düşünüyoruz ve Zafer Partisi olarak sizlere Suriye'de kendi evinizde, kendi vatanınızda uzun, refah içerisinde ve mutlu bir hayat diliyoruz. Sizi bir gün Suriye'de ziyaret etmeyi ve dünyanın en güzel mezelerini hazırlayan Suriye sofrasında sizlerle sohbet etmeyi arzu ediyoruz.”
Sayın Hâkim; bu konuşmada, Suriyeliler karşı kin var mı? Düşmanlık var mı?
Sayın Hâkim;
Bir çok provokasyon merkezi sığınmacılar üzerinden tahrik, kışkırtma arayışı içinde olmuştur. Zafer Partisi; bir yandan Türkiye'nin en önemli meselesi olarak gördüğü sığınmacı ve kaçak meselesinde siyasal çözüm ortaya koyarken diğer yandan provokasyonları bastırmak için çalışmıştır.
Atamanlar adlı bir Facebook hesabından, sığınmacı ve kaçaklara yapılan fiziksel saldırıların videoları yayınlanıyordu. Yüzleri görünmeyen kişiler sokakta Suriyeli ve Afganları darp edip, videoya çekip yayınlıyorlardı. Zafer Partisi; Atamanlar grubu için 7 Nisan 2022 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, benim talimatımla suç duyurusunda bulundu. Bununla ilgili evrak dosyaya eklenmiştir.
Sayın Hâkim;
“Suriyeliler Halk Platformu” isimli bir sahte hesaptan Suriyeliler sanki Türk milletine hakaret ediyormuş gibi yayın yapılıyordu. 16 Nisan 2022'de bu hesabı kastederek ve alıntılayarak şu paylaşımı yaptım: “Bu Suriyeliler tarafından yönetilen bir hesap değil. Bu bir provokasyon hesabı. Suriyeliler vatanlarına Türkiye'nin dostları olarak dönmeli. Zafer Partisi Suriyelilere düşmanlığı değil, Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini savunuyor.”
1 Mayıs 2022'de yaptığım X paylaşımı ile sığınmacıların vatanlarına dönmesini isteyen gençlere şöyle seslendim:
“Sevgili Türk gençleri, harikasınız. Ancak vatanlarına yollayacağımız insanlar bizim Suriye'deki dostlarımız olmalı. Onları bir şarkının sözlerinde olduğu gibi 'Güle güle sana yolun açık olsun, güle güle sana, seni tanrım korusun.' diyerek yollayacağız.” demiştim. Kin ve düşmanlık siyaseti izleyen bir siyasetçi, böyle konuşur mu?
Ayrıca 1 Mayıs 2022'de Bursa'da Suriyeli bir aileyi ziyaret ettim, durumlarını sordum, çocuklarına hediyeler götürdüm. Ziyaretim sırasında ailenin babası ile armada şu konuşma geçti;
“Ümit Özdağ: Annen baban neredeler?
Suriye'den oturuyor.
Ümit Özdağ: Onlar Suriye'de mi şuan? Gelmiyor buraya.
Ümit Özdağ: Niye gelmiyorlar onlar?
Onlar gelene kadar hazırlık yapacağım, ondan sonra çağıracağım. Ümit Özdağ: Sen oraya gitsen başına bir şey gelir mi? Korkar mısın? Yok ben yani askere girmek istemiyorum ben.
Ümit Özdağ: Yani bir şey olduğundan değil, askere gitmemek için dönmüyorsun. Evet.
Ümit Özdağ: Dönsen orada işini kursan çalışmaya devam edersin. Evet.
Ümit Özdağ: Anladım. Çünkü iç çatışma bitti biliyorsun savaş bitti. Peki orada büyük bir ekonomik kalkınma olsa, yeni inşaatlar yapılmaya başlansa?
Valla dönsek çok iyi olur çünkü bizim toprak orada.
Ümit Özdağ: Biz, Zafer partisi olarak Beşar Esad ile görüşeceğiz. Vatanlarınıza dönmemiz için bir çalışma yapacağız.
İnşallah.
Ümit Özdağ: Hangi köyden geldiyseniz o köye veya kasabaya veya o şehre dönebilesiniz. Hakkınızda biliyorsunuz af çıktı, bir takibat olmayacak.
Biz beş kişi, anne baba yedi kişi. Ama herkes bir yerde gitti. Yani aile kalmadı. Ümit Özdağ: Aile kalmadı. İnşallah olur hepsi, bir araya gelirsiniz inşallah.
İnşallah.
Ümit Özdağ: Biz, Zafer Partisi olarak buna yardımcı olacağız. İnşallah.”
15 Temmuz 2023'te ise Suriyelilere yönelik provokasyon girişimlerine karşı Türk halkını uyardım. Yaptığım X paylaşımı şöyle idi: “Son günlerde bazı hesaplardan sahte Suriyeliler tarafından işlenmiş cinayet, tecavüz haberleri yayılmaktadır. Bu haberler yayınlanır yayınlanmaz ilgili emniyet birimleri ile Zafer Partisi yetkilileri temasa geçiyor. Haberlerin yalan olduğu ortaya çıkıyor. Aşağıda görsellerini verdiğim sosyal medya paylaşımları da provokasyon amaçlıdır. Bunlar ile ilgili suç duyurusunda bulunacağız. İşgalcilerden kaynaklandığı ifade edilen suçları Zafer Partisi resmi hesapları teyit etmeden itibar etmeyin. Önümüzdeki günlerde Suriyeli çeteler üzerinden yeni provokasyon girişimlerindeki olabileceğine dair teyitsiz duyumlarımız da var. Hiçbir Zafer Partili yapılan provokasyonların tuzağına düşmeyecektir. Sevgili Türk halkı sağduyusu ile polis ve jandarmanın görevini yapmasını beklemelidir.”
Sayın Hâkim;
İstanbul'da 16 Eylül 2023 tarihinde Özgür-Der adlı mülteci haklarını savunan bir derneğin Saraçhane Meydanında düzenleyeceği mitingin hemen yanındaki alanda Müdafaa Hareketi isimli bir grup karşı gösteri düzenleme çağrısında bulundu. Bunun açık bir provokasyon girişimi, çatışma ve tahrik arayışı olduğunu bir video çekerek kamuoyuna duyurdum. Avukatlarım bu videonun deşifre metnini dosyaya koydular.
“Müdafaa Hareketi adı verilen provokasyon ekibinin, Zafer Partisi'ne sızma ve Özgür- Der adlı bölücü şeriatçı grubun mitingini basma girişimini engellemiştir. Müdafaa Hareketi'nin arkasındaki güçler ortaya çıkar ise Türkiye'de birçok şeyin de aydınlanacağına inanıyoruz. Yine Zafer Partisi'ne yönelik ırkçı, Arap düşmanı suçlamaları da saçmalıktan başka bir şey değil.”
Zafer Partililere bu mitinge katılmayın çağrısı yaptım. Bunun üzerine Müdafaa Hareketi miting yerini değiştirdi, Abide-i Hürriyet'e çağırdı insanları. İkinci bir açıklama yaparak Abide-i Hürriyet toplantısına da katılınmamasını istedim.
Sayın Hâkim;
Kışkırtmakla suçlandığım Kayseri olaylarını yatıştırmak için X paylaşımı yapmam üzerine birçok trol hesaptan halkı pasifleştirmek ile suçlanarak, saldırıya ve hakarete uğradım. Bazı örnekler vereceğim. Bir X hesabı şöyle hakaret etti: “Seni destekleyen
kafamı sikeyim. Ortada tecavüze uğrayan bir çocuk var, millet buna olması gerektiği gibi ses çıkarmış yine her zamanki gibi ayaklanan milleti susturmaya çalışıyorsun. Lan geceleri işten çıktıktan sonra metroya zor biniyorum suriyeliler bir şey yapar diye amk”
Bu hesap ile ilgili avukatlarım suç duyurusunda bulundu. 2025/98 E. sayılı dosya ile Ankara 50. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılama yapılıyor. Ancak dikkat ederseniz bu saldırgan hesap önemli bir tespit yapıyor: “Yine her zamanki gibi ayaklanan milleti susturmaya çalışıyorsun”.
Bir başka X hesabı ise beni şöyle suçluyor: “Ümit Özdağ, kendisini destekleyen vatanseverleri sadece klavye başında tweet atan bir kitleye dönüştürdü. Güya mücadele ettiği kesim, her fırsatta sokaklara dökülüp eylemler düzenlerken, kendisi bir yürüyüş ya da miting dahi organize edemedi. 'Sığınmacı meselesini en çok o dile getiriyor' demeyin bana. Bu mesele, toplumsal muhalefetin gündeminde er geç yer bulacaktı. Ancak iktidarın asıl ihtiyacı, sığınmacı karşıtlığı üzerinden yükselen toplumsal öfkeyi kontrol altına alacak, bu kitleyi pasifize edecek biriydi”.
Savcılığın halkı kin ve düşmanlığa kışkırttığını ileri sürdüğü Ümit Özdağ'ın aslında olay çıkmasını engellemek için çabaladığını hayat böyle gösteriyor.
Sayın Hâkim;
Güvenlik bilimleri konusunda uzman, İstihbarat Teorisi ve Milli Güvenlik Teorisi, Algı Yönetimi-Psikolojik Savaş gibi kitapların yazarı olarak, psikolojik operasyon nasıl yapılır bilirim. Bana karşı muhtemel bir psikolojik operasyonun nasıl yapılabileceğini de tahmin ettiğim için; sığınmacı ve kaçaklar tarafından öldürülen Türk gençlerinin cenazelerine bile gitmedim. Provokasyonlara izin vermemek için gitmedim. Ülkemi karıştırmak isteyen iç ve dış odaklara fırsat vermek istemediğim için gitmedim.
Sayın Hâkim;
Savcılık Ümit Özdağ'ın bir tek halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden açıklamasını bulamamış, iddianameye koyamamıştır. Çünkü; Ümit Özdağ'ın bütün yaşamı Türkiye'nin birliği, Türk halkının refah ve güvenliği ve olmuştur. Zafer Partisi kurulalı 45 ay oldu. Bir tek Zafer Partisi üyesi T.C.K 216'dan mahkumiyet almadı. Neden? Çünkü
biz Suriyelilerin de gerçek dostlarıyız. Onların vatanlarının bölünmemesini, toprakları üzerinde bir teröristan kurulmamasını istiyoruz. Suriyelilerin Türkiye'nin dostları olarak vatanlarına dönmelerini istiyoruz.
Sayın Hâkim;
“Demografik İşgal – Kavimler Göçüyle İşgal Edilen Türkiye” adlı kitabım Temmuz 2023'te yayınlandı. Bu kitabımın 127. ve 166. sayfaları arasında Anadolu Kalesi Projesi ile sığınmacıların ülkelerine uluslararası hukuk, milli hukukumuz çerçevesinde Türkiye'nin dostları olarak nasıl yollanacakları anlatılmıştır. Ayrıca Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dr. Fikret Bayır, ki kendisi Emekli Kurmay Albay ve strateji doktorası yapmış bir akademisyendir, ile birlikte “Anadolu Kalesi” adlı bir kitabı yazarak, Zafer Partisi'nin milyonlarca sığınmacı ve kaçağı vatanlarına, devletler hukuku ve milli hukukumuza uygun şekilde nasıl geri yollayacağımızı ortaya koyduk.
Geçici koruma altındaki insanların ülkelerine dönmelerini istemek suç mu? Yasalarımızda böyle bir suç tanımı var mı? Hayır, yok. Aksine biz yasada ve yönetmelikte yazanın uygulanmasını istiyoruz. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası'nın 91. Maddesinden atıf ile Geçici Koruma Yönetmeliği'nin 14. maddesi; geçici koruma verilen Suriyelilerin, Suriye'de iç savaş sona erince, geçici koruma statüsünün sona ereceğini ve geri dönüşün esas olacağını ifade ediyor. Suriye'de iç savaşın sona erdiğine kim karar verecek? Türkiye. Biz de Zafer Partisi olarak Suriye'de iç savaşın sona ermesi ile birlikte geçici koruma statüsünü sona erdireceğimizi ve ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyelileri, Türkiye'nin dostları olarak vatanlarına yollayacağımızı ifade ettik.
Sayın Hâkim;
Zafer Partisi'nin ülkemize sığınmacı ve kaçak olarak gelen milyonlara karşı politik tavrı ve politikaları psikolojik kökenli bir yabancı düşmanlığı değil, gerçekçi bir milli güvenlik endişesiyle karşı çıkıştır. Geçmişte de bir çok kez ifade ettiğim gibi; biz Cumhuriyeti hukukla kurduk. İstiklal Savaşı döneminde dahi hukuktan sapmadık. Bugün de ülkemizi hukuka aykırı şekilde savunmaya ihtiyacımız yok. Fiillerimin hepsi hukuka uygundur ve bundan sonra da hukuka uygun olacaktır. Fiillerimin hukuka uygunluğu bir yana;
fiillerim, hukukun bizzat tarafıma yüklediği sorumluluğun ve vatandaşlık bilincinin bir gereğidir.
Sayın Hâkim;
Sözlerime son verirken şunları ifade etmek isterim. bütün hayatımı akademik ve siyasi olarak Türk milletinin güvenliği ve refahı, Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir ülke olmasına adadım. Binlerce öğrenci yetiştirdim. Yüzlerce polis ve subaya hocalık yaptım. Ülkeme ve milletime yönelik tehditleri tespit etmek ve çözüm yollarıyla birlikte ortaya koymak için akademik ve siyasal çalışmalar yaptım. Türk milletine ve Türk devletine karşı hiçbir suç işlemedim.
Savcılık 78 gün boyunca 4 yıl süreyle yapmış olduğum bütün X paylaşımlarımı, Instagram paylaşımlarımı hatta videolarımı inceledi. Savcılığın iddianameye koyduğu hiçbir açıklamam T.C.K 216'da, maddenin gerekçesinde ve yargıtay içtihatlarında tanımlandığı şekilde suç değil. Savcının hiçbir suçu yoktur. Halkı kin ve nefrete, düşmanlığa teşvik eden paylaşımım olmadığı için bulması mümkün değildi. Ancak savcılık, Oğuzhan Kumpınar'ın iddianamenin hazırlanmasından 8 ay önce takipsizlik almış X'ini soruşturmadaki X gibi göstermesi kabul edilebilir değildir. Keza savcılığın aleyhimde olduğunu düşündüğü paylaşımlarımı koyarken, lehimde olan X paylaşımlarımı iddianameye koymaması kabul edilebilir değildir.
Sayın Hâkim;
Konuşmam boyunca ortaya delillerini koyarak ülkemizde geçici koruma altında bulunan Suriyelilerin ve kaçak olarak gelenlerin ülkelerine güven içinde, devletler hukuku ve milli hukukumuza uygun şekilde geri dönmelerini savunduğumu açıkladım. Yine konuşmam boyunca kanıtları ile; değil kışkırtma, düşmanlaştırma ve tahrik etmek aksine kışkırtanlar ile, tahrik etmeye çalışanlar ile mücadele ettiğimi, davalar açtığımı, suç duyurularında bulunduğumu ortaya koydum. Çünkü ben yıllardan bu yana Stratejik Göç Mühendisliğini gerçekleştiren emperyalizmin, ülkemizi istikrarsızlaştırma programı ile mücadele ediyorum. Ve ne yazık ki; küresel göç çağında, ülkesine yönelik kontrolsüz göçe karşı çıktığı için bütün dünyada tutuklanan tek politikacıyım.
Sayın Hâkim;
Burada bulunmamın, Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile hakkımda dava açılmasının, 21 Ocak'ta Ankara Başsavcılığı'nın 11 iddianame hazırlamasının nedeni; PKK terör örgütü baş yöneticisi A. Öcalan ile yürütülen görüşmelere eleştiriler yöneltmemdir. PKK terör örgütüne güvenilmeyeceğini düşünmemdir. PKK'nın ancak dizleri üzerine çökerek, teslim oluyorum demesi durumunda muhatap alınması gerektiğini savunmamdır. Bu gerçeği bütün dünya ve büyük Türk Milleti biliyor. Tarih böyle kaydedecek. 100 sene sonra tarih kitaplarında “Ümit Özdağ, Kayseri'de olayları kışkırttığı için yargılandı” diye yazmayacak. “PKK'ya güvenmeyin, Anayasayı değiştirmeyin dediği için yargılandı” diye yazacak.
bütün bu bilgiler ışığında hüküm sizin, adalet Allah'ındır. Umarım Türk Milleti adına vereceğiniz hükmünüz, milletin vicdanını ve adaleti temsil eder.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Ümit Özdağ Zafer Partisi Genel Başkanı"
tutuklanmasının üzerinden geçen yaklaşık 5 ayın sonunda (143 gün) ilk defa hakim karşısına çıkan sayın Özdağ Savunmasında;
Bugün burada mahkemenizde sanık olarak bulunmam, 142 gün tek kişilik bir hücrede tutuklu olarak tutulduktan sonra mahkemenize getirilmem Anayasa ve yasalar ihlal edilerek, zor kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Anayasal ve yasal haklarım çiğnenerek mahkemenize getirildim.
Sayın Hâkim;
Yaşadığım bir başka yargılanma sürecini, mahkemenize anlatarak savunmama başlamak istiyorum. 1999 senesinde İzmir'den Prof. Dr. Ergun Aybars beni aradı, bana; “Bir emekli subay yanımda doktora tezi yazdı, konusu PKK ve ben PKK konusuna pek hakim değilim, jüriye girer misiniz?” dedi. Tezi bana yolladı, tezi inceledim. Güzel bir tezdi. Jüride tez kabul gördü. Hem hukukçu hem de asker olan tezin yazarına, ben bir düşünce kuruluşu kuruyorum diyerek Ankara'da benimle çalışması için davet ettim. ASAM'ı kurduktan sonra, ASAM bünyesinde bir yayın çıkardık ve yayının ilk kitabı olarak da bu kişinin tezini bastırdık. Kitabın yayınlanmasından takribi 1 ay sonra, bu tezin yazarını, PKK propagandası yaptığı iddiası ile DGM'den çağırdılar. Beni de bu kitabın yayıncısı olduğum için aynı iddia ile çağırdılar. Çağıran, dönemin tanınan çok güçlü savcılarından birisiydi. Tarafıma savcı tarafından sorulan soru şuydu; Bu kitabın üstünde neden PKK'ya ilişkin fotoğraf var? Ben de “Kanarya kitabı olsaydı kanarya fotoğrafı olurdu” diye cevap verdim ve ekledim; “Sayın savcım, siz de biz de PKK ile mücadele ediyoruz. Siz uygulamalı olarak biz de nazari olarak bu mücadeleyi veriyoruz”. Savcı bana, “PKK ile mücadele sizin işiniz değil” dedi ve ben de kendisine “Bunu söylemek sizin işiniz değil” diye cevap verdim.
Dönemin Yargıtay Başsavcısından randevu alarak yanına gittim, sayın savcım durum bu, komedi filmi gibi dedim. Dava açıldı ve bahsettiğim tezin yazarı ile birlikte DGM'ye duruşmaya gittik. Duruşmada biz anlattık, hakimler de gülerek dinledi. Hakkımızda beraat kararı verildi. Bundan yaklaşık 15-20 gün sonra, Adalet Bakanlığı'ndan bir Genel Müdür aradı. Öcalan'ın yakalanışı sonrası PKK ile mücadele stratejileri ile ilgili hakimlere ve savcılara konferans verir misiniz diye sordum. Önerilen tarihte yurt dışında olduğum için, bahsettiğim tezin yazarı olan aynı zamanda ASAM'ın Terörizm Araştırmaları Masası başkanı olan kişiyi konferansa gönderdim. Konferanstan sonra kendisiyle konuşurken kendisine, “Savcı da orda mıydı?” diye sordum. “Oradaydı” diye
cevap verdi. “Bir şey söyledi mi? Ne dedi?” diye sordum. “Bir yanlışlık oldu” dedi diye cevap verdi.
Bir gün bu davanın savcısı da aynı şekilde, “bir yanlışlık olmuş” diyecek.
Sayın Hâkim;
19 Ocak'ta Antalya'da yaptığım bir konuşmadan ötürü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 20 Ocak sabahı, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla, hakkımda re'sen soruşturma başlatıldı. 20 Ocak saat 19.30'da Ankara'da gözaltına alındım. İstanbul'a getirildim. Geceyi Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde geçirdim. Ertesi sabah bu suç isnadı ile Çağlayan Adliyesi'nde sevk edildim ve savcılık tarafından Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile ifadeye alındım. İfademin ortasında savcı yeni bir soruşturma dosyası açmadan, Kayseri'de 30 Haziran 2024'te gerçekleşen toplumsal olaylar ile ilgili sorular sordu ve sonra tutuklamaya sevk etti. 21 Ocak'ta Ankara Başsavcılığı Parlamenter Büro'da bekleyen 11 şikayet ile ilgili 11 iddianame hazırlandı. Özetle adli değil, siyasi bir süreç ile karşı karşıyayız. Neden gözaltına alındım ve tutuklandım? Bu sorunun cevabını, siyasi Kürtçü camia içerisinde bulunan şahısların beyanlarından vereceğim.
Kürtçü hareketi yakından hatta içinden izleyen, Öcalan ile yapılan görüşmeleri kamuoyuna duyurulmadan 1 sene önce paylaşan Abdurrahman Semavi Temel; kısa bir süre önce Medyascope adlı YouTube kanalında gazeteci Ruşen Çakır'ın “Bu sürecin sabote edilme ihtimali sizce artık bitti mi? Böyle bir ihtimal kalmadı mı?” şeklindeki sorusuna şöyle cevap vermiştir: “İhtimal her zaman vardır fakat minimum seviyededir diyebilirim. Birinci süreçte yaşandığı gibi çok maksimum seviyede değil. Bu minimum seviyede olmasının sebebi, biraz daha çarpıcı bir şey söyleyeceğim, Öcalan'la devletin mutabakatı son derece karşılıklı güven zemininde gelişti. Bu çok anlamlıdır. Dolayısıyla bu süreci manipüle edebilecek, sabote etmeye yönelik herhangi bir adım her iki tarafın mutabakatıyla bertaraf etme kararı vardır. Yani her iki tarafın mutabakatıyla, buna siz isterseniz imha deyin, isterseniz farklı bir şey deyin. Ama bertaraf edilme şey yapılıyor. Yani dikkat edin. Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ bile içeride.”
DEM Parti grup başkan vekili Sezai Temelli de açıklama yaptı: “Ümit Özdağ'ı serbest bırakmayın” dedi. Benim burada olma nedenim, Kayseri'de veya herhangi bir yerde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmem değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün organları, Ümit Özdağ'ın Türkiye'nin aleyhine olacak hiçbir şey yapmayacağını bilir. Bu tespiti yaptıktan sonra konunun hukuki boyutuna dönmek istiyorum.
Sayın Hâkim;
Ben bir siyasetçiyim, bir siyasi parti genel başkanı olan bir akademisyenim. Siyaset Bilimi profesörüyüm. Siyaset Bilimi'nin birçok alt dalı vardır. Siyaset Sosyolojisi, Siyaset Psikolojisi hatta Uluslararası İlişkiler de Siyaset Bilimi'nin alt dallarıdır. Benim uzmanlık alanım ise Güvenlik Bilimleri'dir. Güvenlik Bilimleri, Uluslararası İlişkiler, terörizm araştırmaları, istihbarat bilimi, silahlı kuvvetler ve çatışmaların incelenmesinin bir sentezidir. Ordu-siyaset ilişkileri, terörizm ve anti-terörizm çalışmaları, etnik çatışmalar, istihbarat araştırmaları, Ortadoğu ve Avrasya araştırmaları konularında yıllarca çalıştım. Bu konularda 29 kitap, yüzlerce makale yazdım. Polis Akademisi'nde, Polis istihbaratta, Harp Okulu'nda, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda ve Adalet Yüksek Akademisi'nde dersler verdim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatlerini, Türkiye dışında özel ve resmi olan görevlendirmeler ile birçok ülkeye karşı savundum. Bana devlet sırları emanet edildi. Taşıdım ve taşıyorum. Devlet tarafından üzerine çok gizli ibaresi koyulan belgeler yazdım, araştırmalar yaptım.
Akademik ve siyasi kariyerim, Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç tehdit ve dış düşmanlara karşı korunması için gereken politikaların geliştirilmesine ve siyasette uygulanmasına adanmıştır.
Sayın Hâkim;
Anadolu, dünya tarihinin en zor coğrafyasıdır. Meksika Körfezi'nde, Bermuda Şeytan Üçgeni denilen bir bölge vardır. Bu bölgede uçaklar ve gemiler kaybolur. Kimse ne olduğunu bilmez. Anadolu da zayıflayan devletler ve milletler için Bermuda Şeytan Üçgeni'dir. Anadolu'nun 10 binlerce senelik tarihinde bu coğrafyada kesintisiz 1000 sene yok olmadan egemen olmuş iki ulus vardır. Hititler ve Türk milleti. Bu coğrafyada varlığımızı tehdit eden o kadar çok düşman ile karşı karşıyayız ki, ayağımız bir kere
kayarsa bir yere düşersek üzerimize saldırmak için bekleyenler derhal saldıracaklardır. Ben hayatım boyunca, Türkiye'nin bu saldırılara hedef olmaması için mücadele ettim.
Sayın Hâkim;
Bir doktor hastasını; “Bu hızla sigara ve içki içmeye devam ederseniz, kalp krizi geçirirsiniz.” diye uyarır ve hasta doktoru dinlemeyip içmeye devam ederek kalp krizi sonucunda ölürse, kalp krizinin suçlusu doktor değildir. Doktor bilgi ve deneyimi ile öngörüde bulunmuştur. Jeologlar her gün TV'lerde, hangi fay hatlarında gerilim olduğunu, kırılmanın kaç şiddetinde olacağını söylüyorlar. Deprem olunca Jeologlar mı suçlu olur yoksa önlem almayan siyaset mi?
Ben de, güvenlik bilimi uzmanı ve devleti yönetmeye talip bir siyasetçi olduğum da değerlendirildiğinde; dünyanın Kavimler Göçüne benzer bir küresel göç döneminden geçtiğini ve Türkiye'nin bu göçten en fazla etkilenen ülkelerin başında geldiğini görüyorum. Ülkemizin 2011'den bu yana, Suriye ve Afganistan'dan Stratejik Göç Mühendisliği ile yönlendirilmiş milyonlarca insanın oluşturduğu göç baskısı altında kaldığını görüyorum. Keza küresel ısınmanın tetiklemesiyle; ülkemize, Afrika ve Asya'dan da göçler gerçekleşiyor. Güvenlik bilimi uzmanı akademisyen siyasetçi olarak, toplumsal fay hatlarına binen yükü görüyorum. Ülkemizin güvenlik kolonlarının nasıl sarsıldığını tespit ediyorum ve bu tespitlerimi, toplum ile devlet ile uyararak paylaşıyorum. Türkiye'nin güvenliği için mücadele ediyorum. Bundan sonra da Allah ömür verdikçe, yardım ettikçe mücadele edeceğim.
Sayın Hâkim;
Türk Milleti, tarihin en köklü devletli milletlerinden birisidir. Devlet bir milletin siyasi ve hukuki örgütlenmesi ve bu örgütü silah gücü ile içte ve dışta egemen kılması demektir. Türklerde hukuk, töre kelimesi ile ifade edilirdi. Ve töre değerli olmasının ötesinde kutsallık taşırdı. “İl gider, töre kalır” şeklindeki Türk atasözü; devlet, toprak kaybedilse de törenin varlığını sürdürdüğü şeklindeki ifadesi, hukuka verilen önemi vurgular.
Türk Milleti'nin Karahanlı Devleti ile İslam'ı kitleler halinde benimsemesi sonrasında İslam dininin Adalet anlayışı da milletimizin ve devletimizin fikri ve ruhi temellerine nüfuz etmiştir. Maide Suresi 5. Ayet Türk-İslam Medeniyeti'nin hukuk anlayışının
çerçevesini çizer: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi Adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu takvaya daha uygundur. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptığınızdan haberdardır.”
Medeniyetimizin en önemli isimlerinden Fatih Sultan Mehmet “Kadıyı satın alırsan adalet ölür, adalet ölürse devlet ölür” diyerek, devletin temelinin adalet olduğunu vurgulamıştır.
Medeniyetimizin devlet-adalet ilişkisini ifade eden en temel tespitlerden birisi hiç şüphesiz “devletin dini adalettir” cümlesidir. Adaletsiz devlet, dinsiz devlettir.
Bir devletin temelleri ne kadar hukuka dayanır ise devlet o kadar güçlü olur. Bir devlet ne kadar hukuktan uzaklaşır ise o kadar temelleri çürür ve sonunda yıkılır. İnsanlık tarihi bunun yüzlerce örneği ile doludur.
Sayın Hâkim;
Ülkemiz ağır bir yargısal krizden geçmektedir. Anayasamızın 10. maddesi ihlal edilerek mevcut iktidara siyasi olarak muhalif olan yurttaşlara karşı Düşman Ceza Hukuku uygulanmaktadır. Muhalif siyasetçi ve yurttaşların anayasal ve yasal hakları askıya alınmaktadır. Benzer hatta aynı fiiller için iktidar mensupları ve muhalefet mensuplarına farklı cezalar uygulanmaktadır. Sanki ırkçı beyaz azınlık rejiminin yönettiği Güney Afrika'da Apartheid rejiminin siyahları ikinci sınıf insan gören hukuk uygulamasını yaşıyoruz. 1960'ların sonuna kadar ABD'nin güney eyaletlerinde de siyah Amerikalılar, kağıt üzerinde beyazlarla aynı anayasal haklara sahip olmalarına rağmen; siyahlar, beyazların mahkemelerinde beyazlar ile asla eşit olamıyordu. 2020'lerin Türkiye'sinde de biz muhalifler siyah Amerikalılar gibiyiz. Anayasal ve yasal haklarımız sadece kağıt üzerinde kalıyor.
Sayın Hâkim;
Arkanızda “Adalet Mülkün Temelidir” yazıyor. Bu üç kelimede, 4.000 yıllık Türk devlet felsefesi var. Bu üç kelimede aynı zamanda evrensel siyasal düşünceler tarihi ve hukuk felsefesinin özü bulunuyor. Adalet mülkün temelidir ifadesini duvardaki bir süs
olmaktan çıkaracak ve yaşama geçirecek olan hakimlerdir. Hakimlerin hukuk bilgisi, vicdanı, aklı, muhakeme gücü, entelektüel cesareti, hukukun temel ilkelerine ve Anayasa'ya bağlılığı ancak devletin temellerini adalet üzerine kurabilir.
Hakimler, vermiş olduğu kararlar ile anayasa ve yasal haklarını korumakla görevli oldukları yurttaşların kaderi üzerinde söz sahibidir. İnsanların kaderine de etki edebilmek, hakimlerin yarı-ilahi bir misyonu üstlendiklerini göstermektedir. Bu çok büyük bir manevi sorumluluktur.
Hakimler, anayasa ve yasalar çerçevesinde, kendilerinin hukuk bilgisi ve vicdanlarına emanet edilen yurttaşların hukukunu, yani Anayasa ve yasaları düşman ceza hukuku uygulamalarına karşı savunmalıdır.
Hakimlerin anayasa ve yasaları savunma cesareti, ülkemizin geleceğini de belirleyecektir. Hakimlerin hukuka bağlılığı ve cesareti, Adaleti tekrar mülkün temeli yapacaktır.
Sayın Hâkim;
Şimdi mahkemenize anayasal ve yasal haklarımın, nasıl ihlal edilerek buraya getirildiğimi anlatacağım.
Sayın Hâkim;
21 Ocak sabah 09.30'da; savcı, ben İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde iken, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'ne yazı yazarak, “01.07.2024 tarihinde, Kayseri ilinde vukuu bulan toplumsal olaylara, Zafer Partisi parti mensuplarının dahiline ilişkin durum tespit raporunun var ise yollanmasını istedi”; bildiğiniz gibi Başsavcılık, başka bir il emniyet müdürlüğüne değil, diğer ilin Başsavcılığına yazar. İlgili ilin Başsavcılığı, talebi, emniyet müdürlüğüne iletir. Ancak ben ifadeye alınacaktım. Kanunu, yönetmeliği uygulayacak vakit yoktu.
Kayseri Başsavcılığı'nın 30 Haziran-3 Temmuz 2024 tarihinde Kayseri'de olan olaylar ile ilgili, Ümit Özdağ ve Zafer Partisi'nin olaylara dahili ile ilgili başlatmış olduğu herhangi bir soruşturma 21 Ocak sabahı itibariyle yoktu. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün de Zafer Partisi veya Ümit Özdağ'ın olayları kışkırttığına dair bir tespiti de yoktu. Olsaydı zaten Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma başlatırlardı. Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü; ellerinde kanıt olup, Ümit Özdağ'ın Kayseri olaylarını tahrik ettiğini bilmelerine rağmen, soruşturma başlatmamış olsalardı büyük bir görev ihmali ile suç işlemiş olurlardı.
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, Ümit Özdağ'ın Kayseri olayları ile nasıl bir ilgisinin olduğuna dair yapmış olduğu tespit var mıydı? Şüphesiz vardı. Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün elinde nasıl bir bilgi olduğunu birazdan açıklayacağım.
Önce Kayseri'de olaylar neden başladı sorusunun cevabı verilmelidir. Neden, önce bu soruya cevap verilmelidir? Çünkü savcılık; iddianamede, Kayseri'de toplumsal olayların neden başladığını anlatmamış. İnanılır gibi değil. Savcıya göre Ümit Özdağ 2020 ile 2023 arasında X paylaşımları yapmış ve 2024'ün Temmuz ayında Kayseri olayları çıkmış. Oysa öyle değil. Şimdi olayları sırası ile inceleyelim. 30 Haziran 2024 akşamı, Kayseri Emniyetine bir ihbar geldi. 27 yaşında bir Suriyeli genç erkek İ. A, amcasının kızı Suriyeli 7 yaşındaki kız çocuğu M. A.'ya, umumi tuvalette taciz girişiminde bulundu. Kayseri valisi bu olayı, ALÇAKÇA diye nitelendirdi. Polis 27 yaşındaki tacizciyi gözaltına almak istediği zaman, tacizcinin ailesi polise direndi. Komşu Türk aileler, direnişi gördüler. Polise direnen Suriyeli aile protesto edildi ve bu protesto Kayseri'deki Suriyelileri protestoya dönüştü. 30 Haziran akşam saatlerinde başlayan olaylar, 3 Temmuz 2024'e kadar sürdü. Savcının iddianamede bu olaylardan bir kelime ile dahi bahsetmediğini görüyoruz. İnanılır gibi değil ama durum bu. 2 Temmuz 2024'te, saat 12.00'de; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü tarafından tutulan tutanakta, 3 ikamette ve 261 iş yerinde zarar, 5 işyerinde yangın, 12 aracın yakıldığı ve 142 aracın da zarar gördüğü tespit edilmiştir. Toplam 20 emniyet görevlisi ve 1 itfaiye eri yaralanmıştı. Bu tutanakta tek kelime ile bile Zafer Partisi'ndan bahsedilmemiştir.
Olaylarda 989 kişi gözaltına alındı. 23 kişi tutuklandı. 254 şahıs hakkında adli kontrol kararı alındı, 719 şahıs Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından serbest bırakıldı. Bu 989 kişi arasında 1 tane bile Zafer Partili yoktu.
Sayın Hâkim;
Savcılığın iddia ettiği gibi olayları ben kışkırtsaydım, gözaltına alınanlar arasında Zafer Partililer olurdu. Herhalde Zafer Partisi Genel Başkanının kışkırtmalarından, en önce etkilenecek olanlar Zafer Partililer olurdu.
Sayın Hâkim;
Suriyeli İ. A.'nın, amcasının kızı M. A.'yı bir çok kız istismar ettiği Kayseri 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılama sırasında ortaya çıkmış ve İ. A. Mart 2025'te 24 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu davanın iddianamesi hazırlandığı zaman mahkeme sonuçlanmıştı. Savcılık bu durumu bilmesine rağmen olayların gerçek nedenini mahkememizden gizlemek için iddianamede yer vermemiştir.
Sayın Hâkim;
Kayseri'deki olayları sosyal medyada duyulunca, bazı sosyal medya hesaplarından olayların tahrik edilmek istendiğini tespit ettim. Kayseri'de çıkan olaylar benim yıllardan bu yana iktidarı ve Türk kamuoyunu uyardığım, olabileceği konusunda dikkat çektiğim türden, olumsuz bir gelişmeydi.
Olayların olduğu gece; Kayseri halkını sükunete, devlet güçlerine yardımcı olmaya ve eve dönmeye çağırdım. Olayların devam etmesini ve kışkırtıcı dezenformasyonu engellemek amacı ile 1 Temmuz saat 00.41'de şu X paylaşımını yaptım:
“Kayseri'de Eskişehir Bağları mahallesinde -Suriyeli bir sığınmacı, 5 yaşındaki başka bir Suriyeli kız çocuğuna tecavüz eder. -Tecavüzcüyü almak isteyen Polise karşı, tecavüzcünün yakınları zorluk çıkarır ve olaylar büyür. -Mahallede yaşayan Türkler olayı duyunca polise direnen Suriyelilere tepki gösterir. Diğer mahallelerden gelen Türkler de sokağa çıkar ve Suriyelilere tepki gösterirler. -olaylar bir anda büyür. Polis sayısı yetersiz kalır. Valilik talimatıyla istirahatli tüm polisler acil göreve çağırılır -Valilik Polislere Suriyelileri koruyun talimatı verilir. Suriyeli nüfusun yoğun olduğu *Danişmend Gazi* Mahallesinde de Kayseri halkı sokağa çıkarak gösterilere başlar. O mahalleye de Polis sevk edilir. Olayların bu noktaya gelmesinin nedeni hiç şüphesiz şımartılan Suriyelilerin tecavüzcüyü polise vermeyip, direnmesidir. Sevgili Kayserililer, polis güçlerine yardımcı olarak evlerinize dönün. Tepkinizi gösterdiniz. Olayların büyümesi Türkiye'nin düşmanlarının işine yarayacaktır.”
Benim bu paylaşımı yapmam üzerine birçok tahrikçi hesaptan bana, ağır eleştiri ve küfürler yağmaya başladı. Bu tahrikçi hesaplardan birisini alıntılayarak ifşa ettim ve halkı sükunete ve yine eve dönmeye davet eden şu X paylaşımını da saat 01.33'te yaptım:
“yanlış diyebilmek için açık adını buraya yazacaksın. Kayseri'ye gideceksin. Oradan sokaktan fotoğrafını paylaşacaksın. Böyle sahte isimler ile sosyal medyadan Türk Milletini sokağa çağırmayacaksın. Halk tepki gösterdi. Bu yol ile kimse yollanmaz sadece ülke emperyalizmin istediği gibi karıştırılır. Suriyelileri, Afganları yollamak istiyorsan oyunu Zafer Partisi'ne vereceksin ve hukuk içinde gidecekler. Sevgili Kayserililer, polis bizim, devlet bizim, ülke bizim. Şehrinize sahip çıktınız. Artık evinize dönün. Bilinçli, bilinçsiz tahrikçilere izin vermeyin.”
30 Haziran-1 Temmuz tarihlerinde halkı sükunete ve eve dönmeye davet eden ve Kayseri olayları ile ilgili bu 2 X paylaşımım iddianamede var mı? Yok.
1 Temmuz sabahı Genel Başkan Yardımcım, eski şeker fabrikaları genel müdürü Seyit Yücel, Ali Dinçer Çolak ve o dönem Başdanışmanım olan 15 Temmuz gazisi emekli emniyet müdürü ve avukat Fatih Eryılmaz'ı Kayseri'ye yolladım. Onları halka sükunete davet etmekle görevlendirdim. Zafer Partisi heyeti, Kayseri'de emniyet yetkilileri ile de görüştü ve Seyit Yücel ile Fatih Eryılmaz şu X paylaşımlarını yaptılar:
Seyit Yücel:
“Genel Başkanımız Sn. Ümit Özdağ'ın görevlendirmesi ile geldiğimiz Kayseri'de, Zafer Partisi il binamızda partili arkadaşlarımıza sabır ve sükunet içinde olmalarını, fiilen hiçbir olayın içinde olmamalarını, devletin güvenlik güçlerinin yeterli olduğunu söyledik. Ancak Kayseri'de her türlü kışkırtıcı ve tahrikkar ve unsurların yine işbaşında olduğunu üzülerek gözlemledik. Bu vesileyle Kayserili değerli vatandaşlarımızın da son derece uyanık ve dikkatli olmalarını, evlatlarını, gençlerimizi sokak eylemlerinden uzak tutmalarını önemle rica ederiz” açıklamasını yaptı.
Gazi Emniyet Müdürü ve Avukat Fatih Eryılmaz:
“Kıymetli Kayserililer. Dün akşam şehrimizde hiç birimizin görmekten hoşlanmadığı hadiseler yaşandı. Bu tablo oluşmasın diye sözle, yazıyla, işaret diliyle, uluslararası ilişkilerin, hukukun diliyle yıllardır iktidarı uyardık, uyaracağız. Milyonlarca sığınmacıyı ülkeye doldurarak Avrupa halklarının güvenliğini sağlamakla övünenler maalesef Türk milletinin huzurunu güvenliğini umursamadılar. Milyonlarca sığınmacı ve kaçağı sorgusuz sualsiz ülkeye doldurdukları gibi geri kabul anlaşması adında garip bir anlaşma ile Avrupa'ya nereden geldiği belli olmayan, ne idiği belirsiz kaçakları da ülkemize kabul ettiler. Kategorik olarak hiçbir millete düşman değiliz. Kayseri halkıda değil. Kayseri'de yaşananların tek sorumlusu iktidarın yanlış politikaları sonucu gerçekleşen sığınmacı işgalidir. Elinde sadece çekiç kalanlar yarattıkları sorunların sosyal, ekonomik, kültürel sebeplerine görmemek için gözlerini kapatıyorlar ve yanlış politikalarını yıkacak suçlular icat etmeye çalışıyorlar Kıymetli Kayserililer Bu ağır yükün öznesi de sığınmacılar değil yanlış politikaları ile bunu başımıza saran iktidardır. Kayseri halkı çalışkanlığı, üretkenliği ile temayüz etmiştir. Bunun yanında Kayseri halkı vatan, millet ve bayrak sevgisi ile temayüz etmiştir. bütün bunların üstüne Kayseri halkı zekası ile temayüz etmiştir. İktidarın reel politikten kopuk uygulamaları ile başımıza sardığı bu beladan da zekamızla çıkacağız. Haklı taleplerimizi haklı, meşru ve demokratik yollarla dile getireceğiz. Halka kulaklarını kapatanlar halkı dinlemek zorunda kalacak. Başımıza sarılan bu belanın birde evlatlarımıza, şehirlerimize zarar vermesine fırsat vermeyeceğiz. Sabır ve sükunet içinde olun ve fiilen hiçbir olayın içinde olmayın. Suriyeli sığınmacıların mutlu bir şekilde ülkelerine dönmelerinin sağlanması için devlet mekanizmasının çalışmasını sağlayacağız.
Genel Başkanımız Sn. Ümit Özdağ'ın görevlendirmesi ile geldiğimiz Kayseri'de olaylar ile ilgili incelemeler yaptık. Kayseri il binamızda partili arkadaşlarımız ve Kayserili hemşerilerimiz yapılan toplantıdaki açıklamamızı X' teki problemlerden dolayı bugün yayınlıyorum.” dedi.
Sayın Hâkim;
Savcılık, Kayseri Emniyeti'nin Zafer Partisi'ne müzahir dediği, hukuki hiçbir anlamı olmayan X hesabını iddianameye koyuyor fakat partimizin genel başkan yardımcılarının X paylaşımlarını da iddianameye koymamış.
Sayın Hâkim;
bütün bu olayları yatıştırmaya yönelik çağrı ve çabalarımı bilen, gören, Kayseri'de yaşanan olayları herkesten daha iyi bilmek durumunda olan; Kayseri Başsavcılığı ve Kayseri Emniyet Müdürlüğü de Ümit Özdağ ile Zafer Partisi'nin olayları tahrik etmediğini, aksine yatıştırmaya çalıştığını biliyor. Ellerindeki bilgi buydu.
Ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün kurumları ve Türk halkı da Ümit Özdağ'ın, ne Kayseri'de ne başka bir yerde, halkı kin ve düşmanlık, kışkırtma faaliyeti içinde olmayacağını biliyor. Böyle bir kışkırtma, benim yaşam amacım olan Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti'ni savunma ilkesiyle ters düşmektedir.
Sayın Hâkim;
Esasen bir siyasi partinin genel başkanının, halkı kin ve düşmanlığa tahriki büyük bir olaydır ve milli güvenlik sorunudur. Böyle bir durumda Türk devletinin istihbarat ve güvenlik kurumları; her adımınızı izler, her açıklamanızı kaydeder, provokasyonlarınızı belgeler. Türk devletinin hafızası çok derindir. Hiç unutmaz. Eğer Ümit Özdağ halkı kin ve düşmanlığa tahrik etseydi önünüze 31 tane X paylaşımından oluşan böyle bir iddianame gelmezdi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, Ümit Özdağ'ın halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmediğini aksine tahriklerle mücadele ettiğini bilmektedir. Kayıtlarındaki husus budur.
Sayın Hâkim;
21 Ocak sabahı İstanbul Başsavcılığı, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'ne; çıkan toplumsal olaylara Zafer Partililerin dahline dair bir rapor var ise yollayın demişti. O güne kadar böyle bir rapor yoktur. İki saat içinde Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü bir evrak hazırlamış ve yollamıştır. Ancak Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün 2 Temmuz 2024'te saat 12.00'de olaylar ile ilgili hazırladığı bir tutanak vardı. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, bu tutanağı İstanbul Başsavcılığı'ndan gizlemiştir. Raporu gizlediler, çünkü gerçekler suç üretmiyordu. Bu tutanağın varlığını öğrenince savcılık kanadı ile dosyaya girmesi için avukatlarım talep etti. Tutuklanmam için gereken evrakı imzasız, damgasız 2 saatte yollayan Emniyet Müdürlüğü, hazır tutanağı 17 gün sonra yolladı.
Sayın Hâkim;
Sorulması gereken ilk soru şudur; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, kışkırttığını iddia ettiği, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı 7 X'i, aradan geçen 6,5 ay içinde soruşturmayı yürüten makam olan Kayseri Başsavcılığı'na neden vermemiştir? Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, görev ihmali mi yapmıştır? Kayseri İl Emniyet Müdürü gizli bir Zafer Partili midir? Bunun için mi bu X'leri gizlemiştir? Aslında Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı 7 X'den 2 tanesini Baykal Altay ve Murat Katfar'ın X'leri, olaylardan 10 gün sonra paylaşılmıştır. Olayları kışkırtması mümkün değildir. Hacı Ali Demirkaya'nın 2 X paylaşımı Kayseri olaylarından 5 ve 6 ay öncedir ve takipsizlik almıştır. Baykal Altay'ın son bir paylaşımı 9 Ağustos 2021 tarihlidir ve hakkında takipsizlik verilmiştir. sadece Oğuzhan Kumpınar'ın X paylaşımı, olaylardan 64 gün önce, 27 Nisan 2024'te yapılmıştır. Bu X ile ilgili Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü
11 Temmuz 2024'te olaylardan sonra soruşturma açmıştır. Kayseri Başsavcılığı, Oğuzhan Kumpınar'ın X paylaşımını incelemiş ve 9 Ağustos 2024'te 2024/24752 karar numarası ile kovuşturmaya yer olmadığı kararını vermiştir.
Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, 21 Ocak 2025'te İstanbul Başsavcılığı'na istenen evrakı düzenlerken Oğuzhan Kumpınar'ın X'i ile ilgili takipsizlik kararını bilmesine rağmen yazmamış, aksine soruşturmanın devam ettiğini ifade etmiştir. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, resmi evrakta yanlış bilgi vererek İstanbul Başsavcılığı'nı yanıltmıştır. Ayrıca, Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nün söz konusu raporu, şöyle bir tespit yapmıştır: “30.06.2024-03.07.2024 tarihinde ilimizde meydana gelen olaylar ile ilgili olarak haklarında işlem yapılan şahısların yüzde 68'nin 10-25 yaş aralığı, yüzde 38'nin 25 yaş ve üstü şahıs (toplam yüzde 106 ediyor) olduğu ve bu şahısların genel değerlendirmesinde Zafer Partili ve müzahir şahıslar tarafından sosyal medya platformlarında yapmış oldukları paylaşımlarda da etkilenmiş oldukları değerlendirilmektedir”
Kayseri İl Emniyet Müdürü'ne soruyorum. Sayın Müdür, böyle bir değerlendirmeyi hangi ölçüt ile yaptınız? Olaylara katılanlar arasında anket mi yaptınız? Olaylardan 13 gün sonra yapılan paylaşımlar, olayları nasıl etkilemiş olabilir? Böyle bir değerlendirme yapmak için neden olayların üzerinden 6,5 ay geçmesini beklediniz? Daha önce böyle bir değerlendirme yaptı iseniz, neden Ümit Özdağ veya Zafer Partisi ile ilgili soruşturma başlatmadınız ve neden bu konuda Kayseri Başsavcılığı'na bilgi vermediniz?
Bu soruların cevabı açıktır. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Başsavcılığı'na yolladığı değerlendirmenin doğru olmadığını biliyor. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün İstanbul Başsavcılığına vermesi gereken cevap; “Elimizde Zafer Partisi'nin veya Ümit Özdağ'ın Kayseri'de olayları kışkırttığına dair bir belge, bilgi yoktur. Olsaydı Kayseri Başsavcılığı ile paylaşırdık.” olmalıydı.
İstanbul Başsavcılığı da iddianameyi hazırlarken, gerçeğe aykırı olarak, Oğuzhan Kumpınar'ın 9 Ağustos 2024'te takipsizlik almış X paylaşımının soruşturmasının devam ettiğini, Kumpınar'ın şüpheli olduğunu ileri sürmüştür. Savcılık da mahkemenizi yanıltmıştır.
Sayın Hâkim;
Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nün İstanbul Başsavcılığı ve mahkemenizden gizlediği tek belge 2 Temmuz 2024'te saat 12.00'de tutulan tutanak değildir. Kayseri Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla mücadele Şube Müdürlüğü'nün hazırlamış olduğu 2024- 342611-1720703329 sayılı araştırma raporu da İstanbul Başsavcılığı'ndan ve mahkemenizden gizlenmiştir, dosyada da yoktur. Böyle bir rapor olduğunu Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 9 Ağustos 2024 tarih ve 2024/24752 karar no'lu Oğuzhan Kumpınar ile ilgili takipsizlik kararından biliyoruz.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya 5 Temmuz'da Kayseri'de basın toplantısı yapmış ve 189 hesabın incelendiğini ve 23 hesapta suç tespit edildiğini açıklamış. Zaten 23 tutuklama var. Peki, bu tahrik iddiası ile tespit edilen 189 hesap arasında Ümit Özdağ var mı? Yok. 23 hesap arasında var mı? Yok.
Ümit Özdağ'ın Kayseri olaylarını tahrik ettiği ne zaman anlaşılıyor. Antalya'da 19 Ocak'ta Mehmetçik katillerine af yok mitingi yaptığı zaman.
Sayın Hâkim;
Kayseri olayları 30 Haziran gecesi başladı. Savcılığın iddianamede, Kayseri olaylarından önce paylaşmış olduğumu ifade ettiği son X paylaşımımın tarihi 27 Ekim 2023. Kayseri olaylarından tam 8 ay önce. O X'de de; Suriyeli sığınmacıların sosyal medya gruplarında yaptığı ve 4.000.-TL ek ödemenin, SGK tarafından yapıldığına dair
Arapça bir paylaşımı alıntılayarak SGK'ya sormuştum. Bu doğru mu diye. Bu nasıl bir açık ve yakın tehlike ortaya çıkarmış olabilir?
Kayseri olaylarından 68 gün önce de, Oğuzhan Kumpınar'ın paylaştığı bir X'i alıntılamış ve “Burası Sakarya savaşı sırasında TBMM'nin çekilmesinin düşünüldüğü Türk şehri, 4 dakikanızı ayırın ve izleyin” diyerek paylaştım. Oğuzhan Kumpınar'ın bahse konu X paylaşımına ilişkin soruşturma, takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Suç olmayan bir X'i paylaşmak, nasıl suç olur?
Sayın Hâkim;
Savcılığın 2020-2023 yıllarına ait sunduğu X paylaşımlarımın çok büyük bir bölümü, 2 tanesi hariç, milletvekili olduğum döneme ait. Hiçbir paylaşım, madde 216/1'in öngördüğü kışkırtmak ve düşmanlık çerçevesinde değerlendirilemez. Şiddet içermeyen, şiddete çağrı yapmayan bu açıklamaları suç olarak göstermek, ifade özgürlüğüne Kuzey Kore standardı uygulamaktır. Savcılık bir milletvekilinin, bir siyasi genel başkanının ifade hürriyetine saldırarak Anayasamızın düşünce ve kanaat hürriyetini düzenleyen 25. maddesini ve düşünceyi yaymayı düzenleyen 26. maddesini çiğnemektedir.
Sayın Hâkim;
Savcılık yanlış bilgi vererek mahkemenizi yanıltmakla kalmamakta, kendisini TBMM'nin yasama organı yerine koyarak, T.C.K 216/1'i yeniden yazmaktadır. T.C.K 216/1 çok açıktır. “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” diyor.
Savcı, Ümit Özdağ'ın X paylaşımları ve açıklamalarının maddede tanımlanan suçu oluşturmadığını görerek; “ancak suçun oluşması için tahrikin, belirtilen grupları karşı karşıya getirmesinin gerekli olmadığı, bir sınıfa ait olan kişilerin fiilen veya hukuken başka bir sınıfa ait olan bazı kişilere karşı kinlendirilmesi veya var olan kinin güçlendirilmesinin yeterli olacağı”nı ifade ediyor.
Sayın Hâkim;
Savcı, suçun oluşması için tahrikin belirtilen grupları karşı karşıya getirmiş olması gerekli değildir diyor. Savcı, bir sınıfın diğer sınıfa karşı kinlendirilmesi veya mevcut kinin güçlendirilmesi yeter diyor. Savcılık bir kin ölçer mi üretmiş? Kitleler karşı karşıya gelmemişler ise ortaya kin çıktığını nasıl tespit edeceğiz? T.C.K 216'nın gerekçesinden yapılan bu yorum, madde gerekçesinin; fiil unsurunu açıklayan ve fiilin, tahrike elverişliliği ile kin ve nefret duygularını oluşturma ve pekiştirmeye yönelik işleve haiz olması gerekliliğini açıklayan paragrafından yapılmış, eksik ve hatalı bir yorumdur. Gerekçenin tek bir paragrafından yola çıkılarak yapılan yorum; hukukun hiçbir yorum metoduna uygun düşmemektedir. Madde lafzında ve gerekçesinde net bir şekilde belirtilen, açık ve yakın bir tehlike oluşması şartı, savcı tarafından yok sayılmıştır.
Sayın Hâkim
Özetle savcı, T.C.K 216/1'de yazılmamış bir suçu, kendisi yazmıştır. T.C.K 216 somut tehlike suçu iken savcı soyut tehlike suçu üretmiştir. Savcının açık ve yakın tehdit olduğunu ispatı zorunludur. Bırakın savcının kitlelere karşı karşıya gelmese bile kini artırmak yeter şeklindeki iddiasını, nedensellik bağı ispat edilmedikçe teşebbüs dahi cezalandırılamaz. Madde 216'1'in özelliği, objektif cezalandırılabilirlik koşulunun arandığı suç olmasıdır. Bu, ceza hukukunun bütün evrensel ilkelerine aykırıdır. Roma Hukuku'nda, Mecelle'de ve Yargıtay'ın 1943 tarihli tevhidi içtihat kararında “unsuru cürümüyenin tefsir yoluyla ihdası mümkün değildir” deniliyor.
Sayın Hâkim;
Ben hukukçu değilim. Ancak T.C.K'nın 2. maddesi; “kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza kesilemez veya güvenlik tedbiri uygulanamaz” diyor. Madde 216/1'de savcının yorumladığı şekilde bir suç tanımı yok. Savcı kendi yazdığı T.C.K 216/1'deki suçun kanıtı olarak da; Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün, 21 Ocak 2025'te yolladığı, hepsi takipsizlik almış ve 2'si olaylardan sonra paylaşılmış 7 X paylaşımını göstermektedir.
T.C.K 216/1'i, yasadaki ve Yargıtay içtihatlarındaki çok açık somut suç tanımına rağmen soyut suç ilan eden savcı; Kayseri olaylarından sonra paylaştığım 2 X'i tahrike devam ettiğinin kanıtı olarak koymuş.
Ne demişim bu 2 X'te; 19 Ağustos 2024'te Mersin'den bir genç telefon ile bana ulaştı. Kardeşini Suriyelilerin bıçakladığını, emniyetin kendileri ile ilgilenmediğini ve bilgi vermediğini söyledi ve ekledi: “Biz Mersin'in yerlisiyiz. Gençleri zor tutuyorum. İntikam alacağız” dedi. Ben de telefonda kendisini sakinleştirdim. Olayı takip edeceğimi söyledim. Ve şu paylaşımı yaptım: “Yunus Cengiz, 18 yaşında bir Mersinli Yörük genci. Dün Suriyeli bir grup tarafından 4 yerinden bıçaklandı. 2 yara kalbe yakın bölgeden olduğu için yoğun bakımda. Ağabeyi, “Biz Mersin'in yerlisiyiz. Gençler patlamaya hazır durumda. Zor tutuyorum” diyerek beni aradı. Sevgili gençler, soğukkanlı bir şekilde soruşturmanın bitmesini bekleyin. Yunus için dua edin. Mersin Emniyeti gerekeni yapacaktır. Zafer Partisi olay takipçisi olacak”. Sonra Mersin Emniyetini de etiketleyerek paylaştım. Savcılık, Mersin Emniyeti bu bilgiyi yalanladı diyor. Bıçaklayanın Suriyeli olmadığını bile bile Suriyelilere karşı halkı tahrik etmek için Suriyeli yazdı demek istiyor. Oysa ben ağabeyinin bana söylediğini yazdım. Ancak Allah, demek ki bugünlerin geleceğini biliyormuş ki yardım etti; olayı takip ettim. Mersin/Toroslar İlçe Emniyet Müdürlüğü olay ile ilgili bir X paylaşımı yaptı. Yunus Cengiz'e üç kişinin saldırdığını, ikisinin Suriyeli birisinin Türk olduğunu, bıçaklayanın Türk olduğunu duyurdu. Ben de bu X'i alıntılayarak tekrar paylaştım. Kamuoyuna duyurdum. Savcılık bu hususu da bilmesine rağmen mahkemenizden gizledi.
Savcılığın halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini ilan ettiği ikinci X paylaşımını ise 24 Aralık 2024'te yaptım. “Asgari ücretlilere zam enflasyonun çok altında kalırken, 6 Şubat depreminde evlerini kaybeden yurttaşlarımız konteynırlarda yaşamaya çalışırken, Ulaştırma Bakanı; AFAD, Suriye'de altyapı yatırımları yapacak diyor, Ali Yerlikaya ise Suriyelilere ev yapacağız diyor. Türk halkı ezilmeye ve sömürülmeye devam edecek.”
Savcılık, hükümetin yanlış politikalarının eleştirilmesini halkı kin ve düşmanlığa tahrik olarak görmüş. Bu fikir hürriyetine karşı, demokratik hakların kullanımına karşı bir tavırdır.
Bu 2 X'i halkı kin ve düşmanlığa tahrik olarak görmesi, savcılığın hukuktan ve T.C.K 216/1'den ne kadar koptuğunu göstermektedir.
Sayın Hâkim;
Hükümetin politikalarını eleştirmek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek değildir. Savcılık, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün yolladığı imzasız, mühürsüz evrakı da olayları tahrik ettiğimin kanıtı olarak sunmuş. Ne var bu belgede? 7 tane 2'si olaylardan 13 gün sonra atılmış, diğerleri takipsizlik almış 5 X paylaşımı. Savcılık bu X'lerden sadece Oğuzhan Kumpınar'ın X'ini iddianameye almış. Onun da takipsizlik aldığını gizleyerek. Başka ne var? Kayseri Emniyeti'nin biraz önce bahsettiğim, katılanların oranını yüzde 106 çıkaracak kadar itinasız yazılmış, Kayseri'de halkın bu 7 X'den de etkilendiğini iddia eden değerlendirmesi. Hepsi bu. Hukuk devleti adına hüzün verici bir durum.
Sayın Hâkim;
Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün 2 Temmuz 2024 tarihli tutanağında Zafer Partisi veya Ümit Özdağ'ın olayları tahrik ettiğine dair bir tespit olmadığı gibi; İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve Çağdaş Hukukçular Derneği tarafından 9 Temmuz 2024'te yayınlanan raporda da Ümit Özdağ ve Zafer Partisi ile ilgili hiçbir tespit yok. Keza Mazlum Der Kayseri Şube Başkanı Ahmet Taş tarafından hazırlanan raporda da Zafer Partisi ve Ümit Özdağ ile ilgili hiçbir iddia yok.
Sayın Hâkim;
Ben 21 Ocak'tan bu yana; savcının kendisinin yazdığı T.C.K 216/1'e ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'nün suç niteliği taşıyan, kimin yazdığı belli olmayan sözde belgesi ile tutukluyum. Ancak tarih bu yargılamayı yazacak. Tarih bu davayı 1944 Türkçülük- Turancılık davasının yanına yazacak. Tarih bu davayı Türk Milliyetçiliğinin yargılandığı Mamak duruşmalarının yanına yazacak. Bir gün Türkiye'de hukuk devleti elbet kurulacak. Hukukun üstünlüğü anlayışını yaşatan ve ettiği yemine bağlı kalan hukukçularımızı tenzih ederek söylüyorum; Türkiye geçmişte de hukukun, hukukçular tarafından çiğnendiği dönemleri yaşadı. Bugün yaşananları da aşacağız.
Sayın Hâkim;
Anayasanın adil yargılanma ile ilgili 36. maddesini ve CMK'nın 160. maddesinin 2. fıkrası ile 170. maddesinin 5. fıkrasını ihlal ederek, lehimde olan delilleri toplamayan savcılık, lehimde olan kanıtları aleyhimde göstermek için mahkemenizden bilgi saklamaktadır. Ben, savcılığın yapmadığını yapacağım ve size gerçekleri anlatacağım.
İddianameye konu X paylaşımlarımda her ne kadar suç unsuru olmasa da; paylaşımlarımın, hukuka uygunluk kriteri açısından sağlıklı değerlendirilebilmesi adına, Türkiye'nin ve dünyanın nasıl bir küresel göç krizine sürüklendiğini açıklayacağım.
Sayın Hâkim;
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren, sürekli varlığını sürdüren tehditlerin başında ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerinde bağımsız Kürdistan kurulması tehdidi gelmiştir. Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada, Türk ordusunun kontrolünde olmasına rağmen; Musul Vilayeti, İngiliz ordusu tarafından işgal edilmiş, Misak-ı Milli sınırları içinde kalmasına rağmen, Lozan'da üzerinde anlaşma sağlanamayan tek madde olmuştur. Çünkü Londra, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, 20. yüzyılın en değerli maddesi olacağını öngördüğü petrolü, kontrolü altına almasını engellemek istemiştir. Genç Cumhuriyetimiz, Lozan'da çözülemeyen, Musul sorununu çözmek için askeri hazırlıklara başlamıştır. Bunun üzerine; İngiliz emperyalizmi, Şeyh Sait isyanını çıkararak, Türkiye'nin Musul Vilayeti operasyonunu engellemiştir. Şeyh Sait isyanını, 1938'e kadar sonuncusu Dersim isyanı olmak üzere, değişik 14 isyan izlemiştir. Bu isyanların hepsinin arkasında dış dinamikler olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin; askeri ve idari kadroları ile yargı organları bu isyanları tek tek etkinlikle bastırmış, milli birliğimizi korumuştur. 1939'da İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile Türkiye'nin Güneydoğusunda isyanlar durmuştur. sadece bu durum bile; 1924-1938 arasında gerçekleşen isyanların arkasındaki dış dinamik boyutunun önemini ortaya koymaktadır.
Sayın Hâkim;
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında başlayan Soğuk Savaş'ın ilk aşamasında, 1960'lı yılların ortasında kadar Kürtçü bölücü hareket bir sessizlik dönemine girmiştir. 1960'ların ortasından itibaren, Türk solunun içinde aktif olmaya başlayan bir Marksist Kürtçü hareket karşımıza çıkar. 1970'lerin ortasından itibaren ise Kürtçü-Marksist terörist örgütler kurulmaya başlamıştır. Bunlardan bir tanesi de önce Apocular diye bilinen sonra PKK adını alan kanlı terör örgütüdür. PKK'nın 12 Eylül öncesinde, öncelikli hedefi, diğer Kürtçü Marksist örgütler ve devlete sadık aşiretler olmuştur. Soğuk savaşın sürdüğü bu dönemde önce Sovyet Rusya'nın peyki olan Bulgaristan, sonra Rusya'ya çok yakın olan Suriye'yle temasa geçen Abdullah Öcalan, 12 Eylül öncesinde Suriye'ye kaçmıştır.
Hafız Esad yönetimi; Abdullah Öcalan'ı, Türkiye'ye karşı su meselesinde kullanmak için desteklemiştir. Hafız Esad, Türkiye'nin Dicle ve Fırat'ı kontrol altına almasını sağlayacak olan GAP'tan çok rahatsızdır. Öcalan, Suriye kontrolündeki Lübnan'ın kuzeyindeki, Bekaa Vadisi'nde eğitim tesisleri oluşturur. Lübnan'da yerleşik Ermeni terör örgütü ASALA ile temas kurulur. Bu sırada Irak-İran savaşı çıkmıştır. Irak, Türkiye sınırında kontrolü kaybetmiştir. Barzani ve Talabani'ye bağlı peşmergeler Kuzey Irak'ta etkindir. Ve ASALA'nın da Kuzey Irak'ta kampları vardır. 1982'de PKK, Irak'ın kuzeyindeki ASALA kamplarını devralarak, Türkiye'ye karşı saldırılarına başlamak üzere hazırlıklara başlar. 15 Ağustos 1984'te Eruh ve Şemdinli'ye yapılacak terör saldırılarıyla; emperyalizmin, Türkiye'den Musul Vilayeti'nin kopararak petrolün aldığı gibi, bu sefer de GAP bölgemizi koparacak, 21. yüzyılın petrolü olacak olan su kaynaklarını koparma mücadelesi başlamış ve bugün de devam etmektedir.
Sayın Hâkim;
1989'dan itibaren terörizm, anti-terörist politikalar, düşük yoğunluklu çatışma ve PKK terör örgütü konusunda çalışmaya başladım. PKK kaynaklarını takip ettim. Açık kaynak bilgilerini klasörledim ve kayda aldım. Terörle mücadele görev almış mülki ve idari amirler ile asker, polis, jandarma ve istihbaratçılarla mülakatlar yaptım. Savcılık iddianamelerini okudum. Saha araştırmaları yaptım. Hem 20 ili kapsayan geniş araştırmalar hem de 2 köyü inceleyen mikro araştırmalar yaptım. Makaleler kitaplar yazdım. Irak'ta araştırmalar, devlet görevlendirmesi ile PKK ve terör konusunda
Washington'dan, Brüksel ve Süleymaniye'ye kadar uzanan alanda saha çalışmaları yaptım. PKK ile ilgili yazmış olduğum kitapların bazılarının başlıkları şunlardır: “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK/Bir Gayrı Nizami Savaşın Anatomisi”, “Türkiye'de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve PKK”, “Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları”, “PKK Terörü Neden Bitmedi Nasıl Biter?”, “Türk Ordusu PKK'yı Nasıl Yendi? / Türkiye PKK'ya Nasıl Teslim Oluyor, Doğru Sorunu, PKK ile Anayasa Yapmak, Pusu ve Katliamların Kronolojisi-PKK'nın Toplu Katliamları” yazmış olduğum kitaplardır.
Sayın Hâkim;
Bunları mahkemenizde anlatmamın nedeni, emperyalizmin PKK terör örgütünü kullanarak ülkemizi nasıl bölmeye çalıştığını en iyi bilen siyasetçilerden birisi olduğumu ifade etmek içindir. PKK'yı akademik ve istihbarati anlamda benim kadar incelemiş başka bir siyasetçi yok. Benim kadar örgütü çalışmış asker, polis, istihbaratçı ve savcı da azdır. Benim siyasetteki temel misyonum; Türkiye'nin toprak ve millet bütünlüğünü savunmaktır. Türkiye'ye karşı sürdürülen PKK terör saldırıları ile 2011 sonrasında başlayan stratejik göç mühendisliğinin hedefi son kertede aynıdır, Türkiye'nin bölünmesi. Stratejik Göç Mühendisliği, belli bir bölgede yaşayan nüfusun devletler veya devlet dışı aktörler; örneğin terör örgütleri tarafından güçlendirilmesi, zayıflatılması veya yapısının değiştirilmesi için göçe zorlanmasıdır. Stratejik Göç Mühendisliği'ni düzenleyenler, nüfusu bir bölgeden başka bir bölgeye göçe zorlayanlar; bu göçler ile askeri ve politik hedeflere ulaşmayı sağlarlar. 2011 sonrasında ülkemiz, Suriye ve Afganistan'dan bir Stratejik Göç Mühendisliği operasyonu ile karşı karşıyadır.
Sayın Hâkim;
Bu noktada günümüzü anlamak için tarihe bakmamız gerekiyor. Bu göçler neden yaptırılıyor? 1974'te gerçekleşen, Arap-İsrail savaşından sonra Arap dünyası, Abbasiler'den sonra ilk kez, milli bilinç ile bir araya geldi. OECD yani petrol satan ülkeler, Batı dünyasına karşı petrol ambargosuna başladılar. Petrol ambargosu, sanayileşmiş Batı'yı ağır bir ekonomik krize itmiştir. Bunun üzerine, Nixon yönetiminin milli güvenlik danışmanı Henry Kissinger, ünlü Ortadoğu tarihçisi B. Lewis'i, uyanan Arap milli bilincinin nasıl ayrıştırılacağı konusunda bir çalışma yapmakla
görevlendirmiştir. B. Lewis ise uzmanlar ile yaptığı bir dizi toplantıdan sonra, ortaya çözüm olarak Arap devletlerinin Osmanlı egemenliği döneminde olduğu gibi, etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca bölünmesi projesini koymuştur. Diğer bir ifade ile bütün Ortadoğu ülkeleri, Lübnan gibi etnisite ve mezhebin siyasal temsili ile yeniden örgütlenmeliydi. Böylece Ortadoğu'yu bölmek ve yönetmek daha kolay olacaktı. Milli kimlik zayıflayacak, milli devlet ve ordular zayıflayacak, milli birlik yok edilecekti.
Sayın Hâkim;
Bernard Lewis'in bu projesini, 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı Kivunim Dergisi'nde yayınlanan, Oded Yinon'un “İsrail'in Güvenliği Stratejisi” adlı makale izlemiştir. Oded Yinon, İsrail'in güvenliği için B. Lewis'in önerdiği gibi Irak ve Suriye'nin etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca bölünmesini savunmuştur. Yinon, Irak'ın Basra(Şii), Bağdat(Sünni), Musul(Kürt) şeklinde 3'e bölünmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yinon, Suriye'nin ise Akdeniz kıyısında bir Nüsaydi devleti, Şam'da bir Sünni Arap devleti, Halep'te Şam'a rakip bir Arap devleti ve Güneyde bir Dürzi devleti olarak 4'e bölünmesi gerektiğini savunmuştur. Arapların Prusyası diye anılan Irak'ın bölünmesi ile büyük bir tehdit ortadan kalkacaktır. Üstelik Irak'ın kuzeyinde İsrail tarafından desteklenen Barzani hareketi, devletleşme imkanı bulacaktır, kuzeydeki komşusu Suriye'nin dörde bölünmesi İsrail'in güvenliğinin sağlanmasını kolaylaştıracaktır.
Birinci Körfez Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgali sonrasında 1990'da gerçekleşmiştir. ABD'nin Çöl Fırtınası operasyonu sonrasında Irak yenildi. Kuzey Irak'ta de facto bağımsız Kürt bölgesi oluştu. Bernard Lewis, 1992'de 1974'teki planını güncelledi ve iki tespit yaptı. Birinci tespit; Arap milliyetçiliğinin çözülürken İslami kökten dinciliğinin yükseleceği, ikinci tespit ise Ortadoğu'da Lübnanlaşmanın hızlanacağıydı. Bu iki öngörünün de aradan geçen 33 yıl içinde ne yazık ki gerçekleştiğini gördük.
Sayın Hâkim;
11 Eylül 2001'de gerçekleşen El-Kaide saldırılarından sonra, Ortadoğu'nun parçalanması ve yeniden yapılandırılması için; ABD, Büyük Ortadoğu Projesi'ni yürürlüğe koydu. Büyük Ortadoğu Projesi 5 yıl içinde; Irak, Suriye, Lübnan, Libya, İran,
Somali ve Sudan'ı parçalayacaktı. Bu ülkelerin parçalanmasının kararının alındığını 11 Eylül'den kısa bir süre sonra Avrupa'daki görevini bitirip Washington'a Pentagon'a dönen Orgeneral Wesley Clark, Amerikan Genel Kurmay Başkanlığı'nda girdiği bir toplantıda öğrenmişti. ABD Ortadoğu'yu böleceğini gizlemedi. Hatta açık açık ilan etti. Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, 6 Ağustos 2003'te Ortadoğu'da 22 ülkenin nasıl dönüştürüleceğini açıklayan ünlü makalesini yayınladı. Ortadoğu demokratikleştirilecekti. Irak'a yönelik Amerikan operasyonu, 20 Mart 2003'de başladı. Irak, savaş bitti denildikten sonra yıllar süren iç savaşa sürüklendi ve Amerikan işgali sırasında Lübnanlaştı. Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Sünni Arap, Dışişleri Bakanı Şii Arap, Genelkurmay Başkanı Kürt oldu ve ülkenin kuzeyinde federe Kürdistan kuruldu.
Sayın Hâkim;
Ortadoğu'da bölünecek, 7 ülke arasında Türkiye var mı diye kendinize sormuş olabilirsiniz. Hayır, Orgeneral Wesley Clark'ın saydığı 7 ülke arasında Türkiye yoktu. Ancak bu ülkemizin de bir bölünme projesinin hedefinde olmadığı anlamına gelmiyordu.
Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Şubesi müdür yardımcısı Yarbay Ralph Peters tarafından yarı resmi nitelikli Armed Forces Journal dergisinde Haziran 2006'da yayınlanan “Kanlı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Görünür” başlıklı makalede, Türkiye'nin bölünmesi ile oluşacak bir Kürdistan'ın, Bulgaristan ile Japonya arasında kurulacak en Batı yanlısı ülke olacağını ileri sürmüştür. Ralph Peters'ın makalesi, Napoli'de NATO Koleji'nde Türk Subaylarının huzurunda sunulunca, ortaya büyük bir diplomatik skandal çıkmıştı.
Sayın Hâkim;
Bu açıklamanın Ümit Özdağ'ın kişisel görüşü olduğunu düşünebilirsiniz. Hayır. Benim yıllardan beri anlattığım, Türkiye'nin bahsedilen proje çerçevesinde parçalanmaya itilmek istendiği artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de resmi görüşüdür. TBMM Başkanı olarak Numan Kurtulmuş; devlet protokolünde 2. sıradadır. Ve önünden bütün devlet istihbaratı geçen az sayıda kişiden birisidir. Kurtulmuş, 20 Mayıs 2025'te yaptığı
açıklamada şöyle diyor; “Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, Allah'a çok şükür, uzun bir süredir emperyalist projenin uygulanması sonucu maalesef terörle yıllarını kaybetmiş olan bir ülke olarak artık terörü bütünüyle geride bırakmak, terörsüz bir Türkiye'yi inşa etmek mecburiyetindedir. Dile kolay,100 yıllık Cumhuriyetin ilk döneminin 50 yılı terörle geçmiştir. Ölümle, gözyaşıyla, bombalarla, Silahlarla ve insanların arasında fitneyle, fesatla geçmiştir. 40 bini aşkın evladımız şehit olmuş, binlerce insan dağlarda heba edilmiştir. Değerli kardeşlerim, şimdi tamda bu noktada Türkiye'nin terörsüz Türkiye hedefiyle, Türküyle, Kürdüyle, farklı Etnik unsurlarıyla farklı mezhebi ve meşrebi anlayışlarıyla hep beraber, Hepimiz Türkiye olarak yolumuza devam edeceğiz. Bir olacağız beraber olacağız. Hep birlikte güçlü, büyük Türkiye'yi inşa edeceğiz. Dün Gabar'da ifade ettim, Şırnak'ta ifade ettim. Burada da bir kez daha ifade etmek isterim. Önümüzde iki yol var. Uzunca bir süredir özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgaliyle birlikte başlayan süreçten bu yana bölge ülkelerinin hemen hemen tamamı büyük bir ayrılık, parçalanma ve dağılma sürecine girdi. Irak paramparça oldu. Suriye param parça oldu. Lübnan yönetilemez hale geldi. Libya ikiye bölündü. Sudan ikiye bölündü. Somali bölündü. bütün Yemen bölündü. bütün bölge ülkeleri ya etnik farklılık ya da mezhep çatışmaları üzerinden hem de kendilerine ait olmayan bir çatışmanın tarafı haline getirilerek, bir kısmı da terör örgütleri marifetiyle bölerek, parçalandı. Bu aziz milletin evlatlarının önünde de iki yol vardı. Ya bizde sarı öküz gibi sıranın bize gelmesini bekleyecek, yani paramparça olacağız, darmadağın olacağız ya da Türkiye'nin insanları, bu aziz vatanın evlatları, Türkler, Kürtler hep beraber bir araya gelerek bir olacağız, beraber olacağız ve bu emperyalist projeyi ters yüz edecektik. Bu yolu tercih ediyoruz ve bu yolda ilerlemeye devam ediyoruz.”
Sayın Hâkim;
Öte yandan, Ortadoğu'da rejimleri devirecek, kitleleri harekete geçirecek bir projenin küresel ısınmanın da çarpan etkisi yapması ile göçleri artıracağını öngören Avrupa Birliği 2004'te Avrupa'yı göçlere karşı korumak için Eufrontex yani Avrupa Kalesi Projesi'ni başlattı. Frontex, Avrupa Kalesi'nin askeri sınır muhafız birliği olarak, AB'nin dış sınırlarını korumak ile görevlendirildi. Frontex bir sınır kolordusu oluşturuyor ve Frontex'in öncelikli görevi göç ile mücadeledir.
Bu arada ilginç bir gelişme de Pentagon'un 1997'de hazırladığı bir raporu 2007'de güncellemesi olmuştur. Bu raporda şu cümleler yer almaktadır: “İklim değişikliği nedeni ile buzlar eriyor. Yeni ticaret yolları açılıyor. İklim değişikliği ABD'nin güvenliğine tesir ediyor. Doğu Akdeniz (İtalya'nın altından İran, Afganistan'a kadar Türkiye dahil) kuraklaşacak. 46 ülke zor duruma düşecek. Güneyden yukarı doğru büyük göçler yaşanacak. Bizim yapacağımız rejim değişiklikleri de bu göçlere çarpan etkisi yapacaktır.”
Sayın Hâkim;
Pentagon'un öngörüsü doğru çıkmıştı. Afganistan, Irak, Pakistan, Yemen, Somali, Filipinler ve Suriye'den 37 milyon insan, 11 Eylül sonrasında gerçekleşen savaşlar neticesinde göç etmiştir.
Yeni küresel bir göç dalgası, ABD'de olduğu gibi Avrupa'da da beklenmekte idi. 2001 yılında Avrupa Parlamentosu'nda küresel ısınma ve göç konulu toplantı yapıldı. Bu toplantıda Avrupalılar, “Dünyanın değişik yerlerinden gelip bir kısmı Türkiye üzerinden Avrupa'ya yönelecek göçü Türkiye'de durduralım. Türkiye durdursun ve geri yollasın.” görüşünü savunmuştu. Türkiye için bir görev emri hazırlanmaktaydı. 2007/2008'de Türkiye'de de ilginç gelişmeler oldu. 15 Ekim 2008'de İçişleri Bakanlığı bünyesinde; İltica ve Göç Bürosu, o zamanlar Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi'nde bulunan göç yönetimini, sivil bir kuruluşa devretmek için kurulmuştu. Özellikle 2008 yılında AB Katılım Ortaklığı Belgesi ve yine 2008 tarihli Türkiye'nin AB müktesebatına uygun yeni bir göç kanununun yaratılması ön görülmekteydi.
AB'nin baskısı ile Türkiye, yeni bir göç yasası hazırladı. Yasanın hazırlanması sırasında, toplantılara katılan BM Yüksek Temsilcisi, Hintli kadın diplomatın, “öyle güzel bir yasa çıkarıyorsunuz ki, insanın göçmen olası geliyor…” ifadesi komisyondaki Türk yetkililerin hafızasından çıkmamıştır. Türkiye gerçekten çok liberal bir göç yasası hazırlamıştı. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 2013'te yürürlüğe girmiştir. Böylece Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi'nin, başarı ile yaptığı görev, kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir. Yabancılar Uluslararası Koruma Kanunu'nun geri kalan maddeleri 2014'te yürürlüğe girerken, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 2015'te çalışmaya başlamıştır.
Sayın Hâkim;
Göç yaklaşırken göçü kolaylaştıracak sanki başka adımlar da atılıyordu. Bunların bir tanesi de sınırımızdaki antipersonel mayınların sökülmesiydi. 1954 yılında Türkiye Suriye sınırına, kaçakçılığın engellenmesi amacı ile 510 kilometrelik bir sınır boyuna 350-400 metrelik bir banda 615.419 mayın döşenmişti. Mayınlar hem kaçakçılığı yavaşlattı hem 1980 ve 1990'larda terörist sızmalarına karşı etkili oldu.
Türkiye antipersonel mayınların sökülmesi ile ilgili Ottowa Anlaşması'nı 25 Eylül 2003'de imzaladı. Türkiye gibi 3 kıtanın kesiştiği bir coğrafyada bulunan, tarih boyunca en temel göç yollarından birisi olan ülkenin böyle bir anlaşmaya imza koyması yanlıştı. ABD, Rusya, Çin, Pakistan, Güney Kore, İran, İsrail, Hindistan, Vietnam, Laos, Suriye, Mısır, Tunus, Suudi Arabistan gibi 34 ülke, Ottowa Anlaşması'nı imzalamamışlardı. Ottowa Anlaşması 1 Mart 2004'te yürürlüğe girdi. Böylelikle Türkiye 1 Mart 2014'e kadar mayınları temizleme yükümlülüğü altına girdi. 2007-2013 arasında Türkiye- Suriye sınırındaki mayınlar, aşamalı olarak temizlenmeye başlandı. Hatta sınırımızdaki 220 kilometre karelik alanda bulunan mayınların; bir İsrail firması tarafından sökülmesi ve bunun karşılığında bu alanın, 49 yıllığına organik tarım için İsrail firmasına verilmesi istendi.
Göçün stratejik bir silah olarak kullanıldığı konusunda yaptığı araştırmalar ile tanınan N. Greenhill, Kitlesel Göç Silahı adlı kitabında şöyle diyor; “Stratejik göç mühendisliği ile bir bölgede göç organize etmek istenildiği de normalde kapalı olan sınırlar açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılması sağlanır.” Gerçekten de 2011'de başlayacak olan Suriye iç savaşı öncesinde sınırlarımızdan mayınların sökülmeye başlanması tesadüf ile izah edilebilecek bir husus değildi. Suriye'den Türkiye'ye göçü zorlaştıracak mayınlar hemen Suriye iç savaşı başlamadan önce sökülmeye başlandı. Avrupa Birliği, Frontex ile sınırlarında ki savunmayı arttırırken Türkiye sınırlarından geçişi kolaylaştırdı.
Sayın Hâkim;
Irak 2003'te işgal edilmiş, Irak ordusu parçalanmıştı. Irak bürokrasisi yıkılmış, devlet cihazı tahrip edilmişti. Irak, Sünni-Şii eksenli, kanlı bir iç savaşa sürüklenmişti. Bu iç savaş devam ederken, 1991'de Irak'ın kuzeyinde oluşturulan Barzani/Talabani yönetimleri bölgesi ise, görece güvenli şekilde devletleşme yolunda ilerliyordu. Artık sıra Suriye iç savaşına gelebilirdi.
Sayın Hâkim;
2009 yılında Fransız eski Dışişleri Bakanı Roland Dumas Londra'yı ziyaret etti. İngiliz Dışişleri ve güvenlik bürokratları kendisine bir teklifte bulundu: “Suriye'de bir istikrarsızlaştırma programı yürürlüğe koyduk. Bize katılır mısınız?” Roland Dumas olayı şöyle anlatıyor: “Suriye'de çatışmalar başlamadan yaklaşık 2 yıl önce İngiltere'ye gitmiştim. Orada Suriye ile ilgili olmayan başka bir konu için bulunuyordum. İngiliz bürokrat dostlarımdan bir kısmı ile görüşmeler yaptım. Suriye'de yaptıkları bazı hazırlıklar konusunda beni ikna etmeye çalışırken bir itirafta bulundular. İngilizler Suriye'yi işgal etmek için milis kuvvetler hazırlıyorlardı. Hatta bana da eski bir Dışişleri Bakanı olarak, bu işe katılmak isteyip istemediğimi bile sordular. Elbette kabul etmedim ve ilgilenmedim. Ben Fransız'ım ancak şunu söylemeliyim ki; bu operasyonun geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu operasyon tasarlanmış, hazırlanmış ve planlanmış. Ne amaçla hazırlanmış? Suriye Hükümeti'ni devirmek için hazırlanmış çünkü bu rejim bölgede İsrail karşıtıdır. “
Aynı dönemde Türkiye-Suriye ilişkileri mükemmeldi. Suriyeli bakanlar, kendilerini Türk bakanların adeta müsteşarı gibi görüyorlardı. Beşar Esad, ülkesini Rusya-İran ekseninden çıkararak, Türkiye üzerinden Batıya yaklaştırmak için çalışıyordu. Türk iş dünyasının Suriye'ye yatırımları artarak devam ediyordu. Ankara'da kimse Suriye'nin bir iç savaşa sürüklendiğini görmüyordu.
Oysa görenler vardı, Türkiye'ye yönelik bir göç dalgasının geleceğini gören Avrupa Birliği; Ankara, İzmir, Van, Erzurum, Gaziantep, Kırklareli ve Kayseri'de Türk halkının mültecilere karşı tavrını araştıran bir saha araştırması yapıyor ve “Arkadaki Yaşamlar ve Algıdaki Yaşamlar Projesi Araştırma Raporu” denilen bu raporun ilk cümlesi şöyle söylüyordu: “Türkiye son 20 yıl içinde küresel göç bağlamında önemli bir aktör haline geldi.” Oysa 2011 senesi itibariyle Türkiye'de sadece 10 bin Suriyeli vardı. Rapor ise gelecek milyonları öngörerek hazırlanmıştı.
Nitekim AB, Türkiye'de 2011'de göç araştırması yaparken, Yunanistan 2012'de Türkiye sınırına tel çit, elektronik gözetleme sistemleri ile donatılmış yüksek duvarlar inşasına başladı.
Sayın Hâkim;
Tunus'ta 17 Aralık 2010'da bir gencin kendisini yakması ile halk ayaklanması başladı. Bu ayaklanma Arap Baharı adı ile Mısır, Libya, Bahreyn, Ürdün, Yemen ve Suriye'yi etkiledi. Libya'da ve Mısır'da rejimler yıkıldı.
18 Mart 2011'de Dera'daki gösteriler Suriye iç savaşının fitilini yaktı. 2011 yazında Suriye'de iç savaşı başlamıştı. Ak Parti hükümeti bir süre Beşar Esad'ı göstericilere karşı yumuşak davranmaya ikna etmeye çalıştı. Beşar Esad'ın Erdoğan ve Davutoğlu'nun tavsiyelerini dinleme niyeti var ise de bir yandan Suriye güvenlik güçlerine karşı artan saldırılar diğer yandan BAAS rejiminin sertlik yanlısı unsurları Beşar Esad'ın hareket alanını daraltıyordu. Öte yandan Libya'da Kaddafi'nin, Batı tarafından nasıl yıkıldığını gören Rusya ve Suriye üzerinden Lübnan ve Hizbullah ile bağ oluşturan İran, Besar Esad'a destek vereceklerini ortaya koymaya başlamışlardı.
Bu dönemde Mısır'da Müslüman Kardeşlerin, Arap Baharı rüzgarı ile iktidara gelmesi Ak Parti'de direnen, söz dinlemeyen Beşar Esad'ı tasfiye ederek, Müslüman Kardeşleri Suriye'de de iktidara getirme düşüncesini benimsenmeye başlamıştır. Beşar Esad'ı Rusya ve İran'dan tam kopararak, demokratikleşme zorlamanın yerini kısa sürede ABD ile birlikte Beşar Esad'ı devirme politikası almıştır. Türkiye üzerinden selefi cihatçıların Suriye'ye girişi başlatılıştır. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun planı şöyleydi: Suriye'de, Esad'a karşı direniş büyüyecek, çatışmalardan etkilenen halk Türkiye göç edecek. 100 bin civarında Suriyeli Türkiye'ye geldiği zaman, Birleşmiş Milletler Suriye'ye müdahale kararı alacak ve ABD, NATO VE Türkiye'nin müdahalesi ile Beşar Esad rejimi devrilecekti.
Davutoğlu, “Eğer bize gelen mülteci sayısı 100 bini geçerse, bunları barındıracak yerimiz yok, onları Suriye içinde barındıracak yerimiz yok, onları Suriye içinde barındırabilmeliyiz. Suriye sınırları içinde bir güvenlikli bölgede BM kampları kurulmalıdır” açıklamasını yaptı.
Davutoğlu'nun NATO askeri müdahalesi öngörüsü tutmadı. Rusya ve Çin, BM müdahalesini Güvenlik Konseyi'nde red oyu vererek engelledi. İran, Beşar Esad'a desteği artırdı. Hizbullah, Şam'a destek verdi ve nihayet Rusya iç savaşa müdahale etti. ABD ve Türkiye muhalefeti desteklemeye devam ettiler. Davutoğlu'nun büyük umutlar beslediği Müslüman Kardeşler'in Suriye'de güçlü olmadığı ortaya çıktı.
Sayın Hâkim;
Davutoğlu'nun Suriye'de muhalefeti destekleyerek Beşar Esad'ı devirme planını yürürlüğe koyduğu dönemde, Suriye görev gücü denilebilecek kadrolarda tanıdığım kişileri çok uyardım. Türkiye, Suriye'de rejim devirebilecek ölçüde büyük bir operasyonu yapabilecek kadar Suriye'yi tanımıyor uyarısında bulundum. 2011'de Türk Dış İşleri Bakanlığı'nda Arapça bilen diplomat sayısı Polonya Dış İşleri Bakanlığı'ndaki Arapça bilen diplomattan daha azdı. Türkiye'nin böyle bir operasyon yönetebilecek deneyimi yoktu. Nitekim Müslüman Kardeşlerin gerçek gücünü Davutoğlu öngörememişti. Suriye muhalefeti hızla selefi cihatçı bir eksene kaydı. Suriye iç savaşı uzadıkça uzadı. Türkiye'ye göç hızlandı ve Suriye iç savaşı daha da tırmandı. 2011- 2013 yılları arasında Suriye muhalefeti ilerleyen güçtü. Esat rejimi sürekli geri çekiliyor, toprak ve kaynak kaybediyordu. Ancak 2014'te Suriye muhalefetinin iç çatışmaları arttı. Esad, muhalefetin iç çatışmalarından istifade ederek, Şam, Hama ve Humus'ta kontrolü tekrar sağladı. 2015'te Rusya, Hava Kuvvetleri ile Suriye ordusuna etkin destek vermeye başladı. Bu destek Şam rejimini daha da güçlendirdi. Şam; Halep'i tekrar ele geçirirken, Halep'teki muhalif orgütlerin İdlib'e çekilmesi konusunda anlaşıldı. Türkiye'nin demografik yapısı bu göç ile hızla değişmeye başladı. Davutoğlu'nun kırmızı çizgi ilan ettiği, 100 bin sınırı defalarca aşıldı. Göç İdaresi Başkanlığı'nın resmi web sitesine baktığımız zaman, Suriye'den Türkiye'ye resmi göç rakamlarını şöyle görüyoruz:
2012 - 14 bin 237
2013 - 224 bin 665
2014 - 1 milyon 519 bin 286
2015 - 2 milyon 505 bin 549
2016 - 2 milyon 834 bin 441
2017 - 3 milyon 426 bin 786
2018 - 3 milyon 623 bin 192
2019 - 3 milyon 576 bin 376
2020 - 3 milyon 641 bin 370
2021 - 3 milyon 737 bin 369
2022 - 3 milyon 535 bin 898
2023 - 3 milyon 214 bin 788
Bu sayılar iç savaşın başladığı 2011 ile 2013 arasında ülkemize gelen Suriyeli sayısının yatay bir seyir eğilimi izlediğini gösteriyor. Bu dönemde ana çatışma ekseni, Suriye Silahlı Kuvvetleri ile Muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasındadır.
Ülkemize yönelik göç, 2013-2015 döneminde tırmanmıştır. 2013'ten 2015'e kadar artış 10 kattır. 2013-2015 arasında, Suriye iç savaşında, IŞİD ve PKK/YPG etkisinin arttığı yıllardır. IŞİD ve PKK/YPG'nin 2013-2015 yılları arasında hem birbirleri ile yoğun bir çatışma içinde olduğu hem de Suriyelileri etnik temizlik ile Türkiye'ye göçe zorladıkları görülmektedir. Özetle emperyalizm bu iki terör örgütünü kullanarak, Kitle Göç Silahı diye anılan bir yöntem ile milyonlarca Suriyeliyi göç ettirmiştir. 2016'da ise Rus ordusu ve Suriye ordusu Türkiye'ye yönelik göçü tırmandırdı.
2024 yılına gelindiğinde Türkiye'de değişik statülerde kayıtlı olan yabancı nüfusa Göç İdaresi Başkanlığı verileri ile bakalım:
İkamet izinli yabancılar: 1 milyon 116 bin 703 (27 Haziran 2024 itibarıyla)
2010'dan itibaren yakalanan “toplam” düzensiz göçmen sayısı: 2 milyon 340 bin 052 (27 Haziran 2024 itibari ile)
2010'dan itibaren “toplam” Uluslararası Koruma Başvurusu: 647 bin 679 (2023 sonu itibari ile) ülkeye yerleştirilen Suriyeli: 67 bin 277 (2016-2024 arası)
Türk Vatandaşlığı verilen Suriyeliler: 237 bin 995 (2023 sonu itibari ile).
Özetle, Arap baharı ve Suriye iç savaşı döneminde 7 milyon 522 bin 389 yabancı, kayıtlı olarak Türkiye'ye gelmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, “27 Haziran 2024 itibari ile ülkemizde ikamet izni, geçici koruma ve mülteci / şartlı mülteci statülerinde toplam 5 milyon 276 bin 471 yabancı bulunmakta.” demektedir.
Kayıtsız olarak 2 milyona yakın kaçak Suriyeli'nin yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu nüfusun en yoğun olarak yaşadığı şehirler Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay,
Osmaniye, Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Konya, Bursa, İzmir, Ankara ve İstanbul'dur. Bu nüfusun Türkiye'ye gelmesi bir Stratejik Göç Mühendisliği idi.
Ülkemize yönelik bu Stratejik Göç Mühendisliğinin iki hedefi vardı. Birinci hedef; Suriye'nin kuzeyindeki Arap nüfusu kuzeye, Türkiye'ye itmek ve boşalan coğrafyayı PKK-YPG'nin denetimine vermekti. Bu hedefe ne yazık ki büyük ölçüde ulaşıldı. Eğer 15 Temmuz sonrasında Fırat Kalkanı ve Afrin Hareketleri yapılmasa idi PKK/PYD'nin Lazkiye'ye kadar ulaşması mümkündü. Peki, Fırat Kalkanı operasyonu neden 15 Temmuz'dan hemen 40 gün sonra (24 Ağustos 2016); TSK, FETÖ'cü darbenin ağır sarsıntılarını yaşarken, yüzlerce general, binlerce subay ve astsubay ordudan atılırken gerçekleştirildi? Çünkü durum çok acil, tehlike çok büyüktü. Bu operasyonun çok daha önce yapılmış olması gerekiyordu. Ancak TSK'daki FETÖ'cü yapılanma, Türkiye'yi zayıflatmak amacı ile Suriye'ye askeri operasyonu ve terörle etkin mücadeleyi engelliyordu.
İkinci hedef ise Türkiye'nin demografik yapısını bozmaktı, Emperyalizm bütün çabasına rağmen ülkemizde iç karışıklık çıkaramadı. PKK'nın yaptığı provokasyonlar, katliamlar Aydınlı ve Hakkariliyi, Şırnaklı ile Tekirdağlıyı karşı karşıya getiremedi. Çünkü hepimiz aynı milletin evlatlarınız. Emperyalistler; Türkiye'nin iç dinamiklerinin Türkiye'yi bir kaosa, iç çatışmaya sürüklemeyeceğini anlayınca; Suriye ve Afganistan gibi iç savaş yaşamış toplumların travmalı insanlarını ülkemize getirerek, bu insanlar üzerinden ve onların içine gizledikleri unsurlar ile sosyal ve politik kaosu tetiklemeyi hedeflediler. Stratejik Göç Mühendisliği ile bu iki hedefe ulaşılmak hedeflendi.
Sayın Hâkim;
Ülkemize yönelik Kavimler Göçü gibi büyük bir göç konusunda endişelenmemeli miyiz? Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik 8 Aralık 2020'de yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Eğer Türkiye insani ve vicdani nedenler ile göçü durdurmasaydı Avrupa reel politiği alt üst olacaktı. Avrupa demokrasileri tamamen çökecekti”. Demek ki ortada muazzam bir tehdit var.
25 Şubat 2023'de, AKP Genel Başkan Yardımcısı Efkan Ala; “Türkiye bölgede aldığı insiyatiflerle Avrupa'nın güvenliğine katkıda bulunmaya devam etmektedir.” açıklamasını yapmıştır.
Keza dönemin Ak Parti genel başkan yardımcısı Cevdet Yılmaz, 22 Kasım 2022'de “Nitekim bu göçmen meselesinde Türkiye Orta Doğu'da istikrar sağlayan bir ülke konumunda olmazsa bugün Avrupa hem güvenlik hem başka insani sorunlarla daha fazla karşı karşıya kalmış olurdu” demiş.
Başbakan Binali Yıldırım ise 24 Kasım 2016'da şöyle demişti: “Düşünün, Türkiye olmasa ne olacak? bütün bu Ortadoğu'dan; kargaşanın, savaşın yaşandığı bölgelerden akın akın mülteciler Avrupa'yı istila edecek ve çok büyük bir sorun yaşamak zorunda kalacaklar.”
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Mayıs 2019'da “Bugün Avrupa ülkeleri hala huzur içinde yaşıyor olmalarını, Türkiye'nin 4 milyon sığınmacıyı kendi topraklarında misafir etmesine borçludur” demiştir.
Avrupa Birliği 27 ülkeden oluşur. 27 ülkenin toplam yüzölçümü 4 milyon 233 bin 262 km² ve toplam nüfusu 449 milyondur. AB'nin 1 yıllık GSMH'ı 18 trilyon dolardır.
Sayın Hâkim;
Türkiye'den yaklaşık 5 kat daha büyük bir coğrafyaya yayılan ve 5 kat fazla nüfusa sahip olan, GSMH'sı 18,4 trilyon USD olan, Türkiye'den 17 kat zengin olan AB için tehdit oluşturduğu; Erdoğan, Yıldırım, Ömer Çelik, Efkan Ala, Cevdet Yılmaz tarafından ifade edilen göç dalgası, Türkiye için tehdit oluşturmaz mı? Bu kadar büyük bir göç yükünün Türkiye'ye yüklenmesi Türkiye'ye yapılmış büyük bir haksızlık değil mi?
Sayın Hâkim;
Ben ve genel başkanı olduğum Zafer Partisi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin göç konusunda Türkiye'ye büyük haksızlık yaptığını düşünüyor ve bu haksızlığa itiraz ediyoruz. Türkiye'yi adeta göçmen deposu haline getirdiklerini görüyoruz. Erdoğan da Şubat 2016'da şöyle diyor: “Bu göç akımının en büyük sebebi Rusya ve Esad rejiminin başlattığı sivil halkı hedef alan saldırılardır. BM'nin saldırıyı yapanlara karşı tedbir almak yerine ülkemize çağrıda bulunması, samimiyetsizliktir. Neymiş, kapınızı açın onları alın. Sen ne işe yarıyorsun Birleşmiş Milletler, senin görevin ne? Bu mülteciler için sen ne kadar destek verdin? Ayıptır ayıp. Bu BM teşkilatı bu iş için kurulmadı.
Dünyadaki diğer ülkelerin kabul ettiği mülteci sayısı ne kadar? Bizim alnımızda enayi yazmıyor. Biz bir yere kadar sabır sabır, ondan sonra gereği neyse onu yaparız. Herhalde otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor. Bu nasihatı veren BM, diğer ülkelere biraz nasihat versin de o mültecileri başka ülkelere gönderelim.”
Sayın Hâkim;
Erdoğan'ın Şubat 2016'da söyledikleri göstermektedir ki Cumhurbaşkanı daha 10 yıl önce dünyanın, BM'nin göç konusunda Türkiye'ye büyük haksızlık yaptığını düşünmektedir. Gerekirse Suriyelileri otobüs ve uçaklar ile başka ülkelere yollayabileceğini ifade etmektedir. Erdoğan'ın 2016'da söylediklerini 2021'den itibaren daha sistemli olarak söyleyen Zafer Partisi olmuştur. Erdoğan haksızlık yapıldığını söylediği zaman doğru, biz söyleyince suç mu oluyor? Erdoğan, Suriyelileri uçak ve otobüsler ile 3. ülkelere yollayabileceğini ifade edince doğru, Zafer Partisi sığınmacıları iç savaşın bittiği Suriye'ye otobüs ve gemilerle yollayacağını söyleyince yanlış mı oluyor?
Üstelik Erdoğan, Bulgaristan'da din ve milliyet değiştirmeye zorlanan 300 bin Türk'ün, dönemin ANAP iktidarı tarafından kabul edilmesine çok sert karşı çıkmıştı.
Erdoğan şöyle söylemişti; “Ne dedi Bulgaristan'a? Gelin dedi ya ne kadar varsa gelin dedi. Tamam güzel gelin diyorsun ama bak Ahmet Mehmet asgari ücrete talim ediyor. Ülke insanı aç, kadınını satıyor, kızını satıyor, çalıştırıyor. Sen buna çözüm bulamamışken, gelin diyorsun. Bunları nereye yerleştireceksin?
Kapıkule'de bir anons: Muamelesi biten soydaşlarımız istediği yere gidebilir. 780 bin kilometre kare emrinize amadedir. Eee tabi bu insanlar geldi. Kim geldi? Casus mu değil mi? Bir de bakıyorsunuz ki Ercüment Konuk falan çıkıyor. Gelenlerin içinde 5 bin casus var.
Ey Allah'ım Yarabbi. Bu nasıl perhiz bu nasıl lahana? Bu nasıl bir devlet anlayışı?
Adam sana vize üstüne vize uyguluyor, sen oradan Türk olduğu için değil, Müslüman olduğu için kovulan 300 bin insan, dikkat edin bu ifademe, nazik ifade olduğu için söylüyorum dikkat edin 300 bin insan kovuluyor. Ve adam ne diyor 'Biz onları Türk olduğu için kovmadık. Bunlar Bulgar vatandaşı Müslümanlardır' diyor.
Ve biz bu insanların oradaki haklarından vazgeçiyoruz, isteyen istediği yere gider diyoruz. Nereyi veriyoruz, okul yurtlarını onlara veriyoruz. Okullar açılıyor, başınızın çaresine bakın diyoruz. Eee başının çaresine nasıl bakacak bu insanlar?"
Sayın Hâkim;
Bu kadar büyük bir göç Türkiye'ye ekonomik, demografik, kriminal, sosyolojik, kültürel yükler yüklemez mi? Erdoğan 28 Şubat 2019'da 2011-2018 arasında harcanan paranın 37.5 milyar dolar olduğunu açıkladı. Bu rakamı kriter alırsak 2025'e kadar harcamaların en az 80 milyar dolara çıktığı görülecektir. Türkiye'de ekonomik krizin derinleşmesinin bir nedeni de şüphesiz sığınmacı krizinin ülke ekonomisine getirdiği büyük yüktür.
Sayın Hâkim;
Türkiye'nin düşmanları, stratejik göç mühendisliğini tasarlayanlar elbet bu durumu istismar edeceklerdir.
Demografik değişimin olası etkileri, yabancı uzmanlar tarafından da dile getirilmeye başlandı. Ryam Gingeras, Yunan kökenli Amerikan Harp Akademisinde Türkiye uzmanıdır. Gingeras Türkiye'nin dostu değildir.
Osmanlı'nın son ve Cumhuriyet'in ilk dönemi konusunda uzmandır. “Eroin, Organize Suç ve Modern Türkiye'nin Oluşumu” adlı kitabı ise Türkiye'deki suç dünyasını inceler. Ginperas, Ankara'nın Bağlariçi semtinde araştırmalar sürdürmüş, Mayıs 2016'da şu tespiti yapmıştır; “Bağlariçi'nde yaşanan sorunlar, Türkiye'nin gelecek 10 yıllarında karşısına çıkacak derin yaşamsal krizi yaşayacağını gösteriyor.” Türkiye'nin dostu olmayanlar Türkiye'ye gerçekleşen göçü ülkemizin zaafı olarak görmeye başladıklarını ortaya koymuşlardır. Bunun anlamı bu zaafı istismar edecekleridir.
Suriyeliler bombalandıkları için gelmediler, gelmeleri için bombalandılar. Suriye halkının ülkesi bir felakete sürüklenirken, Suriye halkı da göçün sefaletini yaşamaya başladı. Suriye halkından 10 yıl önce de Irak halkı benzer bir iç savaşı ve felaketi yaşamıştı. Oded Yilon'un “parçalanmalı” dediği iki devlet iç savaş yaşamış ve etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca ayrışmışlardır. Ve şimdi içinden geçtiğimiz günlerde;
İsrail Suriye'de yeni rejimi yıkmak, Suriye'yi parçalamak için çalışmaktadır. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar ''Suriye parçalanmalıdır'' demiştir. İsrail'in bölgedeki uzantısı PKK/YPG de federasyon adı altında Türkiye'nin karşı çıkmasına rağmen Suriye'nin parçalanması sürecinin parçası olmaktadır.
Sayın Hâkim;
Ortadoğu'da büyük bir Kürdistan'ın kurulması için Irak ve Suriye'nin bölünmesi yetmiyor. Dört ülkenin parçalanması gerekiyor. Irak, Suriye, İran ve Türkiye. Irak ve Suriye parçalanmıştır. Artık hedefte İran ve Türkiye vardır. Hamas'ın İsrail'e saldırması sonrasında (7 Ekim 2023) İsrail'deki en ırkçı İsrail hükümeti uzun yıllardır hazırlandığı bir savaş için fırsat bulmuş ve Gazze'yi yok etmiş, Lübnan'da Hizbullah'ı büyük ölçüde tasfiye etmiş, Suriye'deki İran güçlerini imha etmiş, Şii milisleri çekilmeye zorlamış, Beşar Esad rejiminin yıkılmasını sağlamış, Suriye ordusunun kalan silah ve cephane envanterini yok etmiştir. Golan Tepelerini işgal etmiştir. Suriye'nin kuzeyindeki PKK/YPG ise İsrail'i doğal müttefiki olarak görmektedir. İsrail dört Arap devletini yendiği 1967 savaşından bu yana Ortadoğu'da bu kadar bir jeopolitik avantaj elde etmemiştir.
PYD, Beşar Esad'ın devrilmesinden sonra yeni Şam Yönetimi ile görüşmelere başlamıştır. PYD özerklik federasyon çizgisinde talepleri gündemde tutmaktadır. Şam buna karşı çıksa dahi, PYD federasyonu kurarlarsa ve kontrolünde tuttuğu bölgeyi “federe Kürdistan” ilan ederse, Şam'da ki yeni rejimin bu adımı askeri güç ile durdurması mümkün değildir. Çünkü YPG, Şam rejiminden askeri olarak daha güçlüdür. İsrail sürekli Şam yönetiminin kontrolünde tuttuğu bölgedeki askeri tesis, silah ve cephanelikleri bombalayarak, Şam'ı PKK/YPG karşısında daha da zayıf konuma itmektedir.
Özetle Suriye politikasının sonu Beşar Esad'ın devrilmesi Türkiye'de 5 milyon kayıtlı Suriyeli sığınmacının gelmesi, yüz milyarlarca dolar maliyet, Suriye'de PKK/YPG'nin belirli bir bölgede devletleşerek Şam siyasetine ortak olması, El-Kaide kökenli Colani'nin Suriye Devlet Başkanı olması ve Suriye'nin parçalanmanın eşiğine gelmesidir. Ve İsrail'in, güney Suriye'yi işgal ederek müttefiki PYD ile coğrafi yakınlık oluşturması da Türkiye için bir maliyettir.
Ve İsrail şimdi Suriye ve Lübnan'daki güçleri imha edilen, içeride büyük ekonomik kriz yaşayan İran'a, İran'ın nükleer tesislerini de hedefleyen bir saldırıya hazırlanmakta ve ABD yönetimini buna ikna etmeye çalışmaktadır. İran bu saldırıyı engellemek için bir yandan Rusya ile askeri anlaşma imzaladı, diğer yandan ABD ile nükleer konularda anlaşma sağlamaya çalışıyor. Çünkü Tahran'da İsrail'in saldırısı sadece nükleer tesisler ile sınırlı kalmayacak, aynı zamanda İran'ın etnik fay hatları boyunca başlayacak bir iç savaşı da tetikleyeceğini biliyor.
Sayın Hâkim;
Ülkemize Stratejik Göç Mühendisliği ile gelenler sadece Suriyeliler değildir. Ülkemize yönelik büyük bir Afgan göçü vardır. Türkiye'de Haziran 2023 itibarı ile 2 milyon civarında Afgan olduğu tahmin edilmektedir. 2014-2022'nin ilk 4 ayı arasında, Türkiye'den sınır dışı edilen Afgan sayısı 493.968'dir.
Sayın Hâkim,
Her sınır dışı edilen yabancıya karşılık 2 tane içeride kalmaktadır. Türkiye'deki Afgan yurttaşlarının 2022'de kendi aralarında oluşturdukları kayıtlara göre 1 milyon 750 bin Afgan ülkemize girmişti. Amerikan ordusunun Afganistan'dan çekilmesi sonrasında, Amerikan ordusu ile Taliban'a karşı savaşan Afgan ordusu birlikleri, ABD ile İran arasında yapılan anlaşma çerçevesinde İran'ı geçerek, Türkiye'ye sınırdan engellenmeden, çoğu yerde görüntüleri de tespit edilmiştir, geçerek askeri üniforma ve askeri yürüyüş ile sınırımızı aşmış ve Türkiye içinde dağılmıştır. Afgan ordu birliklerinin nerede olduğu bilinmemektedir. Afgan göçünün Türkiye'ye yönlendirilmesinin arkasında da ABD'nin olduğu görülmektedir. 16 Kasım 2018'de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şöyle demektedir:
“sadece Suriye değil, aslında bir problemimiz daha var, bu da Afganistan kaynaklı düzensiz bir göçtür. Şunu açık ve net söyleyeyim; burada Amerika net bir oyunla karşı karşıyadır. Amerika'nın Afganistan'daki büyükelçisi kimdir? 15 Temmuz darbesindeki büyükelçidir. Peki, afyon üretimi en çok ne zaman artmıştır? O oraya gittikten sonra. Peki, bir soru daha; Afganistan kaynaklı düzensiz göç ne zaman artmıştır? O adam oraya gittikten sonra.”
Sayın Hâkim;
Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; ABD'nin, Afganistan'dan Türkiye'ye yönelik stratejik göç mühendisliği yaptığını ifade etmiştir. Ve Süleyman Soylu sadece Afganistan'ın değil, Suriye'nin de sorun olduğunu ifade etmiştir. Afganistan'dan Türkiye'ye, İran'ı aşarak ulaşacak şekilde bir stratejik göç mühendisliği yapan ABD'nin; Suriye'den Türkiye'ye yönelik göç mühendisliği yapmadığını düşünmek mümkün değildir.
Sayın Hâkim;
Ülkemize yönelik kavimler göçüne benzer göç dalgalarının tek nedeni Suriye ve Afganistan'dan yapılan stratejik göç mühendisliği değildir. Küresel ısınma da, küresel boyutta göçleri teşvik etmektedir. Güney ve Orta Amerika'dan, Kuzey Amerika'ya, Afrika, Pakistan, Afganistan, Bengaldeş'ten Anadolu ve Avrupa'ya göçler gerçekleşmektedir.
Tarih boyunca iklim değişiklikleri ile göçler arasında yoğun bir ilişki olmuştur. Biz Türklerin Göç Destanı aslında bir iklim değişikliğini anlatır. Orta Asya'da iç deniz kurumuştur. Çölleşme yaygınlaşmıştır. Kurtlar, kuşlar “Göç, göç” diye bağırmıştır.
4. yüzyılda başlayan Kavimler Göçü'nün bir nedeni de; soğuyan havanın, Hunlar ile birlikte Asya ve Doğu Avrupa kavimlerini Roma İmparatorluğu topraklarına itmesi olmuştur. Küresel ısınma beraberinde seller, fırtınalar, tayfunlar, hortumlar, yağışların azalmasıyla orta ve uzun vadede kuraklığa, çöllenmeye, buzulların erimesiyle, deniz seviyesinde yükselmeye ve deniz kenarındaki yaşam alanlarını sular altında bırakarak yükselmelere neden olacaktır. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli 1990 yılında, iklim değişikliğinin büyük göçleri tetikleyeceğini açıklamıştır.
Küresel ısınma yeni göçler için zemin hazırlarken, dünya nüfusu ve özellikle komşu ülkelerin nüfusu hızla artmaktadır. 2030'a kadar dünya nüfusunun 750 milyon artacağı öngörülmektedir. Irak, Suriye, ve İran'ın nüfusları, 2030'a kadar 25 milyon, 2050'ye kadar 65 milyon artacaktır. Mısır'ın nüfusunun, 2050'ye kadar 53 milyon artması beklenmektedir. Öte yandan Avrupa'nın nüfusu, 2030'a kadar 6 milyon, 2050'ye kadar 33 milyon azalacaktır. Avrupa'nın azalan nüfusu, nüfus artan bölgelerden Avrupa'ya Anadolu üzerinden nüfus çekecektir, çekmeye başlamıştır.
Ortadoğu'da nüfus artarken, artan sıcaklıklar, azalan yağış, tatlı su kaynaklarının azalmasına neden olacaktır. Muğla-Şanlıurfa iklim kuşağında, yıllık ortalama sıcaklık, Kahire iklim kuşağı seviyesine çıkacaktır. Eğilimin böyle devam etmesi durumunda; 21. yüzyılın sonunda, Dicle ve Fırat havzalarının kuruması beklenmektedir. Önümüzdeki 30 yılda; Irak, Ürdün, İsrail, Lübnan ve Suriye'de yeraltı suları azalacak, artan nüfus, azalan gıda üretimi ve su kaynaklarının kuruması, sınırımızda çatışmalara ve ülkemize yönelik göçlerin artmasına neden olacaktır.
Sayın Hâkim;
Su kaynakları kıtlığı, büyük bir öneme sahiptir. Hz. Muhammed, Mekke'den Medine'ye hicret etmiştir. Peygamberimiz ile birlikte hicret edenlerin sayısı 183'tir. Ensar Medineliler, Muhacir Mekkelileri büyük bir kardeşlik sevinci ile karşılamışlardır. Ancak bir müddet sonra Ensar ve Muhacirler arasında özellikle su kaynakları için tartışmalar çıkmıştır. Hz. Muhammed bu hususta hakem tayin edilip hüküm vermiştir. Ancak Peygamberimizin hükmüne itibar edilmemesi üzerine, Nisa Suresi 65. ayet nazil olmuştur. Bu vakıa da su kaynaklarının ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Sayın Hâkim;
Nüfus artışı, küresel ısınma, azalan tarımsal üretim ve azalan su kaynakları iklim mültecilerinin sayısını artıracaktır. Dolayısıyla kıt kaynaklar için çatışmalarda artacaktır.
Bugün ülkemizin Kahire iklim kuşağına kayan bölgesinde olan Mersin, Adana, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa'da halen mevcut Suriyeli geçici koruma altındaki sığınmacılar kalır ise Türklerden çok daha yüksek olan doğum oranı ile anılan bölgede nüfus dengeleri radikal şekilde Türkler aleyhine değişecektir. Türkiye'nin güneyinde de iklim değişikliği nedeni ile kaynak paylaşımı çatışmalarının başlaması kaçınılmaz olacaktır.
Avrupa iş piyasasına erişmek amacıyla; Ortadoğu'dan Türkiye'ye, Afrika'dan Türkiye'ye, küresel ısınma kaynaklı göç zaten başlamıştır. Daha şimdiden Türkiye'de
2 milyona yakın Afrikalı çoğu kaçak, turist; ikamet izinli insan olduğu tahmin edilmektedir.
Güney Asya'dan ve Afrika'dan Türkiye'ye gelen ve önemli bir bölümü, Türkiye'de kalacak olan iklim mültecileri ülkemizde halen bulunan milyonlarca geçici koruma altındaki Suriyeli, kaçak Suriyeli, Afgan, Afrikalı, Libyalı, Mısırlı, Pakistanlı vesair ülkelerden gelen nüfusla birleşince, Türk nüfusun azaldığı gerçeği ile birlikte Türkiye bir beka sorunu ile karşı karşıya kalacaktır.
Sayın Hâkim;
Küresel ısınma ve göçler ABD ve AB'nin 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren uyguladıkları göç politikalarını değiştirmesine neden olmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrasında, mülteci hukukunun şekillenmesinde Nazilerin yapmış olduğu Yahudi Soykırımına Batı dünyasının duyarsız kalmasından duyulan utanç büyük rol oynamıştır. Çünkü Yahudiler, Nazi imha makinasından kaçmak istediklerinde, sığınma hakkı elde edememişlerdi. Bundan dolayı, 1951'de hazırlanan ve uluslararası mülteci hukukunun çerçevesini oluşturan Cenevre Konvansiyonu, liberal bir mülteci hukuku oluşturmuştur.
Ancak 21. Yüzyılın başında yaşanan küresel ısınma ve Corona virüs salgını sonrasında başlayan göç dalgaları, AB ve ABD'yi liberal mülteci hukukunu tasfiyeye yönlendirmiştir. Avrupa Birliği mülteciler hukukunu ve uygulanmasını sertleştirmeye başlamıştır. 2019'da Avrupa Birliği, Mülteciler Komiserliği'ne Alman Ursula von der Leyen, görev dağılımında göç konusunu “Avrupalı Yaşam Biçimini Korumak” adı verilen dosyaya dahil etmiştir. Almanya gibi nüfusunun yüzde 24'ünü yabancıların oluşturduğu bir ülke bile, Nazi geçmişinin ağır psikolojik korkusuna rağmen liberal mülteci hukukunu tasfiye etmektedir. Mülteci karşıtı Alternative für Deutschland adlı partinin, 15 senedir önerdiği politikalar ve hukuki önermeler Hristiyan demokrat CDU tarafından yaşama geçirilmektedir. Buna rağmen Alternative für Deutschland oylarını artırmaktadır.
Özellikle Afrika'dan Avrupa'ya göçlerin köprü başı olan İtalya'da da, göç karşıtı Meloni'nin Fratelli d'Italia isimli partisi iktidardadır. Avrupa kendisini; hem AB'nin yeni hukuki düzenlemeleri hem AB ülkelerinde göç karşıtı siyasi partilerin güçlenmesi ile savunmaktadır. Avrupa Birliği 10 Nisan 2024'te Avrupa Parlamentosu'nda “AB Göç ve İltica Paketi” kabul edildi ve Avrupa Konseyi tarafından 14 Mayıs 2024'te onaylandı. Paketin amacı AB'nin dış sınırlarının güçlü ve güvenli hale getirilmesidir.
ABD'de Trump birinci başkanlık döneminde Latin ve Orta Amerika'dan gelen göçe karşı savaş açmış ve Meksika sınırına duvar inşasına başlamıştır. İlk dönemi sonunda girdiği seçimleri kaybeden Trump, Biden'ın liberal göç politikalarına da duyulan tepki ile 2024'te yapılan seçimleri, göçü durdurma vaadi ile kazanmayı başarmıştır. Trump, 6 Mart 2025'te, Kongre'de yaptığı konuşmada ise Amerikan tarihinin en büyük sınır güvenliği operasyonunu yaparak başladığını, Venezuela ve Meksika kökenli uyuşturucu kartellerini, İŞİD gibi terör örgütü ilan ettiğini açıklamıştır. ABD'nin güney ve orta Amerika'dan gelen göçü durdurma politikasına, kriminal unsurlardan başlayan geri yollama politikası da eşlik etmektedir. Özetle, dünya göçün etkilerini azaltma mücadelesi vermektedir.
Sayın Hâkim;
Ülkemiz bir yandan Suriye ve Afganistan'dan stratejik göç mühendisliği ile gelen tahmini milyonlarca sığınmacı ve kaçak, diğer yandan küresel ısınma sonucunda Afrika ve Pakistan başta olmak üzere değişik ülkelerden gelen milyonlarca yabancının baskısı altındadır. Bu baskı; ekonomik, demografik, sosyolojik, kültürel baskı ve tehditler başlığı altında toplanabilir. Sığınmacıların ve kaçakların, ülke ekonomisi için oluşturduğu ekonomik yükü ifade ettim.
Sayın Hâkim;
Son günlerde Türkiye'nin gündeminde olan çok önemli konulardan birisi de doğum oranının düşüklüğüdür. Gerçekten kadınlarda doğum oranı yüzde 1'e kadar düşmüştür. Erdoğan bu hususu bir beka meselesi olarak ilan etmiştir ve haklıdır. Milli Güvenlik Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu nüfusun azalmasının büyük tehdit olduğunu ifade etmekte ve tek çarenin Türk dünyasından nüfus naklini çözüm olarak önermektedir. Prof. Dr. Afyoncu Türkiye'ye sığınmacı olarak gelen Suriyelilerin nüfus eksikliğini gidermek için çözüm olamayacağını “Bu milletin ana omurgası Türk” diyerek cevaplandırmıştır. Türkiye'nin nüfusunun artışı ancak doğum oranının yüzde 2,1 ve üstü olması ile mümkündür. Demek ki Türkiye'de doğum oranı tehlikeli oranda düşmüştür. Türklerde doğurganlık oranı düşerken Suriyelilerin ülkemizde ki doğum oranları Suriyelilerin Suriye'de ki oranını da geçmiş ve Cumhurbaşkanlığının Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Bilimleri Enstitüsüne yaptırdığı araştırmaya göre 5.3'tür Bu artış Türklerden 5 kat fazladır. Geçici sığınmacıların vatandaşlık alarak ülkemizde kalmaları durumunda nüfus dengelerinin nasıl değişeceği ortadır. Suriyelilerin nüfus artışının izlenen yanlış sosyal yardım politikasının da etkileri vardır. “Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Programı” kapsamında 18 yaşından küçük üç ve daha fazla çocuğu olan ailelere ekonomik yardım yapılması Türkiye'de ki Suriyelileri daha fazla çocuk yapmaya sevk etmektedir. Önümüzdeki süreçte, nüfus artış oranları böyle devam ederse karşımıza milli varlığımızı tehdit eden sonuçlar çıkacaktır.
Sayın Hâkim;
Sığınmacı ve kaçak göçünün oluşturduğu sakıncalar, ekonomik ve demografik tehditler ve baskılar ile sınırlı değildir. Sığınmacı ve kaçaklar arasında Türkiye'ye manevi olarak bağlı olmayan, şükran duymayan milyonlar vardır. Bu insanlar yabancı istihbarat servisleri için büyük bir insan kaynağı oluşturmaktadır. Arap gizli servislerinin, bu insanlar arasından küçük meblağlar karşılığında eleman devşirmesi çok kolaydır. sadece Arap istihbarat servislerinin değil; İsrail istihbarat servisi MOSSAD'ın bile ülkemize gelen vatandaşlık alan ve devletin işe yerleştirdiği Suriye kökenliler arasından Türkiye'ye karşı bilgi toplamak amacı ile eleman bulduğu MİT'in yaptığı operasyon ile ortaya çıkmış, konu yargıya intikal etmiştir.
Şüphesiz göçlerle gelen bir diğer tehdit, milli kimliğimizin ayrılmaz parçası olan Hanefi- Maturidi ve Alevi-Bektaşi çizgilere karşı cihatçı Selefi çizginin ülkemize sızması ve gelişmesidir. Yapılan araştırmalar göre Selefilik Türkiye'de hızla yayılmaktadır. İçişleri Bakanlığı'nın yaptırdığı araştırmalar, Selefilik'in yayılma hızını göstermektedir. Devlet bu tehlikeli sürecin farkındadır ve izlemektedir. Güvenlik ve istihbarat bürokrasisi, sosyolojik süreçleri izler ancak durduramaz. Cihatçı Selefilik; tekfirci, radikal, İslam kültür ve uygarlığına düşman, vatansız, kozmopolitik emperyalizm tarafından kullanılmaya müsait, yozlaşmış bir anlayıştır. Selefilik'in yayılması, Türk milli kimliğine zarar verecektir. Unutmayalım iki Türk askerini yakarak şehit edenler, Türk cihatçı Selefilerdi.
Kontrolsüz göç; en fakir, en eğitimsiz kesimlerin ülkemize gelenler arasında en yüksek oranları oluşturması, gelenlerin Türkiye'de iş bulamaması sebebiyle suça kaynak için uygun ortamı oluşturmaktadır. Prof. Dr. Mithat Arman Karasu Şanlıurfa ve Kilis'te
yaptığı saha araştırmalarında; Şanlıurfalıların yüzde 56,3'ünün, Kilislilerin ise yüzde 77,5'inin Suriyeliler geldikten sonra illerinde hırsızlık, fuhuş, gasp ve kamu mallarına zarar verme suçlarının arttığını düşündüklerini ortaya çıkarmıştır. Bu oranlar çarpıtılmış, gizlenmiş istatistiklere değil, halkın günlük yaşamdaki gerçek gözlemlerine dayanmaktadır.
Üstelik Prof. Dr. Karasu'nun da tespit ettiği gibi asıl önemli husus, sığınmacıların ve kaçakların halihazırda işledikleri suçlardan çok suç işleme potansiyelleridir. İşsiz, eğitimsiz, umutsuz, Türk toplumu ile bağ kuramayan ve kimlik krizi yaşayan Suriyeli, Afgan gençler için mafya kolay para ve güç anlamına gelmektedir.
Sayın Hâkim;
Milyonlarca sığınmacı çocuk ülkemizde eğitim görmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın verdiği rakamlara göre ülkemizde 1 milyon 7 bin yabancı öğrenci ilköğretimde okumaktadır. Bu sayının büyük bölümü Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay, Osmaniye, Adana, Mersin'de ve Ankara, İzmir, Bursa, İstanbul'un belirli bölgelerindeki okullarda yoğunlaşmıştır. Türkçesi zayıf alan öğrencilerin yoğunluğu derslerin kalitesini düşürmektedir. Suriyeli öğrencilerin sayısının yoğun olduğu okullarda çeteleşmeler yaşanmaktadır.
Milyonlarca sığınmacı ve kaçağın sağlık sistemimiz üzerinde de büyük bir yük oluşturduğu görülmektedir. söz konusu olan yük sadece hasta sayısının artmasından kaynaklanmamaktadır. Aşı zinciri kırılmış, kaybolmuş hastalıklar tekrar ortaya çıkmıştır. 2005'de binde 5'e düşen tüberküloz yüzde 3.6'ya çıkmıştır. Binde 2'ye düşen suçiçeği hastalığı 2015'de yüzde 4'e çıkmıştır. Yok edilen el ayak hastalığı 10 binde 1'den yüzde 2'ye çıkmıştır. Kızamık, şark çıbanı ve çocuk felci tekrar ortaya çıkmıştır.
Sayın Hâkim;
Bugüne kadar kamuoyuna açıkladığım tüm uyarıları, yukarıda saydığım tüm bu hususlar konusunda halkımızı bilinçlendirmek amacıyla yaptım. Saydığım hususlar; benim, yıllarca üzerine çalıştığım ve uzmanlık alanım olan hususlardır. Dönemin milletvekili olarak, bir siyasi partinin genel başkanı olarak; hukukun bana yüklediği
sorumluluğu yerine getirdim. Asıl bu uyarıları yapmasaydım, hukuka aykırı davranmış olurdum.
Sayın Hâkim;
Ümit Özdağ ve Genel Başkanı olduğum Zafer Partisi; küresel bir göç çağında, dünyanın en fazla göç alan ülkelerinden birisi olan Türkiye'de göçün ortaya çıkardığı tehditleri ortaya koymuş, çözüm politikaları geliştirmiş ve anlatmıştır. Bunları yaparken milli güvenlik sorumluluğu ile hareket etmiştir. Değil olayları kışkırtmak; aksine olası tahrikçilerin provokasyon girişimlerini hukuki ve siyasi yöntemler ile engellemek için çalışmıştır. Bu çalışmalarımızın örneklerini mahkemeniz ile paylaşacağım.
Sayın Hâkim;
Savcılara; anayasa, CMK ve AİHS tarafından verilmiş görev, adil yargılanmanın yapılabilmesi için mahkemenin önüne sanığın aleyhine olduğu gibi lehine olan bilgi, belge ve delilleri de getirmesidir. Gerçek ancak böyle ortaya çıkar, adalet ancak böyle tecelli eder. Bu davada savcı, aleyhime olduğunu düşündüğü X paylaşımlarımı iddianameye koymuş. İddianameye aleyhte delil olarak koyduğu X paylaşımlarımın hiçbirisinin, T.C.K 216'da tanımlanan suç tanımına girmediği çok açık. Savcı da zaten iddianamede bunu kabul ediyor. Ancak savcı bunların; halkı, geçici sığınmacılara karşı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini düşünmüş. Bulabildiği X paylaşımları bunlar. 78 gün arayarak bulunanlar bunlar. Ben şimdi savcının yapması gereken şeyi yapacağım ve Ümit Özdağ'ın lehine olan delilleri de mahkemeniz ile paylaşacağım.
30 Ocak 2020 tarihinde TBMM'de yaptığım konuşmada, DEM milletvekiline cevap verdim ve şöyle dedim:
“Suriyeli sığınmacılara karşı çıkmayı Hatip ırkçılık olarak nitelendirdi. HDP-PKK'nın bu konuda tavrının çok açık olduğu ortada. Suriye'de yapılan stratejik göç mühendisliğiyle Suriye'nin kuzeyinde bir PKKistan Amerikan desteğiyle kurulmaya çalışılıyor. Ve oradan etnik temizlik Türkiye'ye yönelik yapılıyor. Ondan dolayı Suriyelilerin geri dönmesini istemiyorlar. Çünkü birlikte siyaset yaptıkları ve terör eylemlerini destekledikleri örgüt orada devletleşme süreci içerisinde. Şimdi siz daha iyi anlıyor musunuz kimler Suriyeliler kalsın istiyorlar ve neden kalsın istiyorlar. Çünkü bu bir
büyük Kürdistan projesidir. Sıra Türkiye'ye gelecek. İlk önce Irak'ta bir devlet yapılanması yapıldı. Şimdi Suriye'nin kuzeyine bir yapı kuruyorlar. Bunu İran izleyecek ve sıra Türkiye'ye gelecek. Onun için Suriyelilere burada vatandaşlık verin diyorlar. Amaç bu. Halbuki biz Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini istiyoruz. PKK tarafından şiddet kullanarak oradan Türkiye'ye yollanan insanların dedelerinin vatanlarına geri dönmelerini istiyoruz.”
Sayın Hâkim;
“Halbuki biz Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini istiyoruz. PKK tarafından şiddet kullanarak oradan Türkiye'ye yollanan insanların dedelerinin vatanlarına geri dönmelerini istiyoruz.” demek, biz bu insanların dostuyuz demektir”
Sayın Hâkim;
10 Ağustos 2021'de Ankara'da Önder Mahallesi'nde bir Türk genci Emirhan Yalçın Suriyeliler tarafından bıçaklandı ve öldü. Arkadaşı Ali Yasin ise yaralandı. 11 Ağustos'ta Ali Yasin'i hastenede ziyaret ederek şöyle dedim: “Senden ricam şu, telefonla arkadaşlarını ara ve sakin olmalarını en ufak bir şekilde intikam almamaları gerektiğini söyle” ve Ali Yasin'in babası Ceyhan Ülger'in “Mahallenin gençleri teyakkuzda” demesi üzerine, “Mahallenin gençleri de sakin olmalılar” dedim.
Değil kin ve düşmanlık tohumları atmak, kışkırtmaya müsait hadiseleri bile yatıştırmaya çalıştım.
Mesela 13 Ocak 2022'de sığınmacı kaynaklı olduğu ileri sürülen saldırı haberleri artmaya başladı. Bunun üzerine:
“Bu tür saldırı ve tecavüzler her geçen gün yaygınlaşıyor ve düşman olmayan insanları birbirine düşman ediyor. Sonuç iyi olmayacak. Destek olun, göz göre göre gelen felaketi engelleyelim. Suriyelileri Türkiye'nin dostları olarak ülkelerine yollayalım” şeklinde bir paylaşım yaparak düşmanlık duygularının gelişmesini engellemeye çalıştım.
24 Ocak 2022 tarihinde Suriyeli geçici sığınmacılara yönelik Arapça altyazı ile YouTube ve diğer sosyal medya hesaplarım üzerinden şu çağrıyı yaptım: “Türkiye'de bulunan
Suriyeli sığınmacılara seslenmek istiyorum. Ben Zafer Partisi Genel Başkanı Profesör Doktor Ümit Özdağ. Ülkenizde bir iç savaş çıktı ve birçoğunuz bu iç savaştan kaçarak ülkemize sığındınız. Türk halkı da size kucağını açarak karşıladı ve misafir etti. Bu arada Suriye'de iç savaş, ülkenizde büyük yıkımlar yaptıktan sonra son 2 senede büyük ölçüde sona erdi. Sizlerin bayram tatillerinde ülkenize gidebilmenizden, ülkenizde ailelerinizi ziyaret edebilmenizden, ülkenizdeki iç savaşın bittiğini büyük ölçüde görüyoruz. Esasen, Avrupa Birliği ülkesi üyelerde kendilerine sığınan ve iltica hakkı verdikleri Suriyelileri artık ülkelerine yolluyorlar. Biz de Zafer Partisi olarak, 10 seneye yakın bir süre ülkemizde misafir olan siz Suriyeli kardeşlerimizin artık ana vatanınıza, ülkenize dönmesinin zamanının geldiğini düşünüyoruz. Misafirlik uzadığı zaman ev sahibi için de bir zulüm haline geliyor ve artık ülkenize dönerek ülkenizi yeniden inşa etmenizin vaktinin geldiğine inanıyoruz. Türk halkının büyük bir bölümü de böyle düşünüyor. Sizin burada kalma süreniz uzadıkça sizi bugüne kadar dostlukla, misafirperverlikle karşılayan Türk halkının da sinirlerinin gerildiğini siz de hissediyorsunuz sanıyorum. Biz sizin Zafer Partisi olarak, Türkiye'nin dostları olarak Suriye'ye dönmeniz için bir plan hazırladık. Bu plan çerçevesinde hem oradaki güvenliğinizin ve geleceğinizin Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin teminatı altında olacağı bir ortam oluşturup, hem de analarınızın, babalarınızın, dedelerinizin, ninelerinizin topraklarına, kendi ülkenize dönmenizi sağlayacağız. Biz sizin düşmanınız değiliz. Aslında biz sizin gerçek dostlarınızız. Çünkü biz Zafer Partisi olarak, Suriye'nin bölünmemesini istiyoruz. Biz Suriye'nin kuzeyinin Suriye'den kopartılarak orada bir PKK terör örgütü kontrolünde bölge oluşmamasını istiyoruz. Evet, artık ülkenize dönmenin zamanının geldiğine inanıyoruz. Ve şunu da anlamanızı bekliyoruz. Türk milleti kendi vatanını sizinle paylaşmak istemiyor. Hatırlayın, siz de Irak iç savaşı sırasında ülkenize gelen Iraklıları misafir etmiştiniz ama onlarla, üstelik onlar da Arap olmasına rağmen, ülkenizi paylaşmak istememiştiniz. Hiçbir millet, ülkesini başka bir milletle paylaşmak istemez. Bunu da anlayışla karşılayacağınızı düşünüyoruz ve Zafer Partisi olarak sizlere Suriye'de kendi evinizde, kendi vatanınızda uzun, refah içerisinde ve mutlu bir hayat diliyoruz. Sizi bir gün Suriye'de ziyaret etmeyi ve dünyanın en güzel mezelerini hazırlayan Suriye sofrasında sizlerle sohbet etmeyi arzu ediyoruz.”
Sayın Hâkim; bu konuşmada, Suriyeliler karşı kin var mı? Düşmanlık var mı?
Sayın Hâkim;
Bir çok provokasyon merkezi sığınmacılar üzerinden tahrik, kışkırtma arayışı içinde olmuştur. Zafer Partisi; bir yandan Türkiye'nin en önemli meselesi olarak gördüğü sığınmacı ve kaçak meselesinde siyasal çözüm ortaya koyarken diğer yandan provokasyonları bastırmak için çalışmıştır.
Atamanlar adlı bir Facebook hesabından, sığınmacı ve kaçaklara yapılan fiziksel saldırıların videoları yayınlanıyordu. Yüzleri görünmeyen kişiler sokakta Suriyeli ve Afganları darp edip, videoya çekip yayınlıyorlardı. Zafer Partisi; Atamanlar grubu için 7 Nisan 2022 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, benim talimatımla suç duyurusunda bulundu. Bununla ilgili evrak dosyaya eklenmiştir.
Sayın Hâkim;
“Suriyeliler Halk Platformu” isimli bir sahte hesaptan Suriyeliler sanki Türk milletine hakaret ediyormuş gibi yayın yapılıyordu. 16 Nisan 2022'de bu hesabı kastederek ve alıntılayarak şu paylaşımı yaptım: “Bu Suriyeliler tarafından yönetilen bir hesap değil. Bu bir provokasyon hesabı. Suriyeliler vatanlarına Türkiye'nin dostları olarak dönmeli. Zafer Partisi Suriyelilere düşmanlığı değil, Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini savunuyor.”
1 Mayıs 2022'de yaptığım X paylaşımı ile sığınmacıların vatanlarına dönmesini isteyen gençlere şöyle seslendim:
“Sevgili Türk gençleri, harikasınız. Ancak vatanlarına yollayacağımız insanlar bizim Suriye'deki dostlarımız olmalı. Onları bir şarkının sözlerinde olduğu gibi 'Güle güle sana yolun açık olsun, güle güle sana, seni tanrım korusun.' diyerek yollayacağız.” demiştim. Kin ve düşmanlık siyaseti izleyen bir siyasetçi, böyle konuşur mu?
Ayrıca 1 Mayıs 2022'de Bursa'da Suriyeli bir aileyi ziyaret ettim, durumlarını sordum, çocuklarına hediyeler götürdüm. Ziyaretim sırasında ailenin babası ile armada şu konuşma geçti;
“Ümit Özdağ: Annen baban neredeler?
Suriye'den oturuyor.
Ümit Özdağ: Onlar Suriye'de mi şuan? Gelmiyor buraya.
Ümit Özdağ: Niye gelmiyorlar onlar?
Onlar gelene kadar hazırlık yapacağım, ondan sonra çağıracağım. Ümit Özdağ: Sen oraya gitsen başına bir şey gelir mi? Korkar mısın? Yok ben yani askere girmek istemiyorum ben.
Ümit Özdağ: Yani bir şey olduğundan değil, askere gitmemek için dönmüyorsun. Evet.
Ümit Özdağ: Dönsen orada işini kursan çalışmaya devam edersin. Evet.
Ümit Özdağ: Anladım. Çünkü iç çatışma bitti biliyorsun savaş bitti. Peki orada büyük bir ekonomik kalkınma olsa, yeni inşaatlar yapılmaya başlansa?
Valla dönsek çok iyi olur çünkü bizim toprak orada.
Ümit Özdağ: Biz, Zafer partisi olarak Beşar Esad ile görüşeceğiz. Vatanlarınıza dönmemiz için bir çalışma yapacağız.
İnşallah.
Ümit Özdağ: Hangi köyden geldiyseniz o köye veya kasabaya veya o şehre dönebilesiniz. Hakkınızda biliyorsunuz af çıktı, bir takibat olmayacak.
Biz beş kişi, anne baba yedi kişi. Ama herkes bir yerde gitti. Yani aile kalmadı. Ümit Özdağ: Aile kalmadı. İnşallah olur hepsi, bir araya gelirsiniz inşallah.
İnşallah.
Ümit Özdağ: Biz, Zafer Partisi olarak buna yardımcı olacağız. İnşallah.”
15 Temmuz 2023'te ise Suriyelilere yönelik provokasyon girişimlerine karşı Türk halkını uyardım. Yaptığım X paylaşımı şöyle idi: “Son günlerde bazı hesaplardan sahte Suriyeliler tarafından işlenmiş cinayet, tecavüz haberleri yayılmaktadır. Bu haberler yayınlanır yayınlanmaz ilgili emniyet birimleri ile Zafer Partisi yetkilileri temasa geçiyor. Haberlerin yalan olduğu ortaya çıkıyor. Aşağıda görsellerini verdiğim sosyal medya paylaşımları da provokasyon amaçlıdır. Bunlar ile ilgili suç duyurusunda bulunacağız. İşgalcilerden kaynaklandığı ifade edilen suçları Zafer Partisi resmi hesapları teyit etmeden itibar etmeyin. Önümüzdeki günlerde Suriyeli çeteler üzerinden yeni provokasyon girişimlerindeki olabileceğine dair teyitsiz duyumlarımız da var. Hiçbir Zafer Partili yapılan provokasyonların tuzağına düşmeyecektir. Sevgili Türk halkı sağduyusu ile polis ve jandarmanın görevini yapmasını beklemelidir.”
Sayın Hâkim;
İstanbul'da 16 Eylül 2023 tarihinde Özgür-Der adlı mülteci haklarını savunan bir derneğin Saraçhane Meydanında düzenleyeceği mitingin hemen yanındaki alanda Müdafaa Hareketi isimli bir grup karşı gösteri düzenleme çağrısında bulundu. Bunun açık bir provokasyon girişimi, çatışma ve tahrik arayışı olduğunu bir video çekerek kamuoyuna duyurdum. Avukatlarım bu videonun deşifre metnini dosyaya koydular.
“Müdafaa Hareketi adı verilen provokasyon ekibinin, Zafer Partisi'ne sızma ve Özgür- Der adlı bölücü şeriatçı grubun mitingini basma girişimini engellemiştir. Müdafaa Hareketi'nin arkasındaki güçler ortaya çıkar ise Türkiye'de birçok şeyin de aydınlanacağına inanıyoruz. Yine Zafer Partisi'ne yönelik ırkçı, Arap düşmanı suçlamaları da saçmalıktan başka bir şey değil.”
Zafer Partililere bu mitinge katılmayın çağrısı yaptım. Bunun üzerine Müdafaa Hareketi miting yerini değiştirdi, Abide-i Hürriyet'e çağırdı insanları. İkinci bir açıklama yaparak Abide-i Hürriyet toplantısına da katılınmamasını istedim.
Sayın Hâkim;
Kışkırtmakla suçlandığım Kayseri olaylarını yatıştırmak için X paylaşımı yapmam üzerine birçok trol hesaptan halkı pasifleştirmek ile suçlanarak, saldırıya ve hakarete uğradım. Bazı örnekler vereceğim. Bir X hesabı şöyle hakaret etti: “Seni destekleyen
kafamı sikeyim. Ortada tecavüze uğrayan bir çocuk var, millet buna olması gerektiği gibi ses çıkarmış yine her zamanki gibi ayaklanan milleti susturmaya çalışıyorsun. Lan geceleri işten çıktıktan sonra metroya zor biniyorum suriyeliler bir şey yapar diye amk”
Bu hesap ile ilgili avukatlarım suç duyurusunda bulundu. 2025/98 E. sayılı dosya ile Ankara 50. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılama yapılıyor. Ancak dikkat ederseniz bu saldırgan hesap önemli bir tespit yapıyor: “Yine her zamanki gibi ayaklanan milleti susturmaya çalışıyorsun”.
Bir başka X hesabı ise beni şöyle suçluyor: “Ümit Özdağ, kendisini destekleyen vatanseverleri sadece klavye başında tweet atan bir kitleye dönüştürdü. Güya mücadele ettiği kesim, her fırsatta sokaklara dökülüp eylemler düzenlerken, kendisi bir yürüyüş ya da miting dahi organize edemedi. 'Sığınmacı meselesini en çok o dile getiriyor' demeyin bana. Bu mesele, toplumsal muhalefetin gündeminde er geç yer bulacaktı. Ancak iktidarın asıl ihtiyacı, sığınmacı karşıtlığı üzerinden yükselen toplumsal öfkeyi kontrol altına alacak, bu kitleyi pasifize edecek biriydi”.
Savcılığın halkı kin ve düşmanlığa kışkırttığını ileri sürdüğü Ümit Özdağ'ın aslında olay çıkmasını engellemek için çabaladığını hayat böyle gösteriyor.
Sayın Hâkim;
Güvenlik bilimleri konusunda uzman, İstihbarat Teorisi ve Milli Güvenlik Teorisi, Algı Yönetimi-Psikolojik Savaş gibi kitapların yazarı olarak, psikolojik operasyon nasıl yapılır bilirim. Bana karşı muhtemel bir psikolojik operasyonun nasıl yapılabileceğini de tahmin ettiğim için; sığınmacı ve kaçaklar tarafından öldürülen Türk gençlerinin cenazelerine bile gitmedim. Provokasyonlara izin vermemek için gitmedim. Ülkemi karıştırmak isteyen iç ve dış odaklara fırsat vermek istemediğim için gitmedim.
Sayın Hâkim;
Savcılık Ümit Özdağ'ın bir tek halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden açıklamasını bulamamış, iddianameye koyamamıştır. Çünkü; Ümit Özdağ'ın bütün yaşamı Türkiye'nin birliği, Türk halkının refah ve güvenliği ve olmuştur. Zafer Partisi kurulalı 45 ay oldu. Bir tek Zafer Partisi üyesi T.C.K 216'dan mahkumiyet almadı. Neden? Çünkü
biz Suriyelilerin de gerçek dostlarıyız. Onların vatanlarının bölünmemesini, toprakları üzerinde bir teröristan kurulmamasını istiyoruz. Suriyelilerin Türkiye'nin dostları olarak vatanlarına dönmelerini istiyoruz.
Sayın Hâkim;
“Demografik İşgal – Kavimler Göçüyle İşgal Edilen Türkiye” adlı kitabım Temmuz 2023'te yayınlandı. Bu kitabımın 127. ve 166. sayfaları arasında Anadolu Kalesi Projesi ile sığınmacıların ülkelerine uluslararası hukuk, milli hukukumuz çerçevesinde Türkiye'nin dostları olarak nasıl yollanacakları anlatılmıştır. Ayrıca Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dr. Fikret Bayır, ki kendisi Emekli Kurmay Albay ve strateji doktorası yapmış bir akademisyendir, ile birlikte “Anadolu Kalesi” adlı bir kitabı yazarak, Zafer Partisi'nin milyonlarca sığınmacı ve kaçağı vatanlarına, devletler hukuku ve milli hukukumuza uygun şekilde nasıl geri yollayacağımızı ortaya koyduk.
Geçici koruma altındaki insanların ülkelerine dönmelerini istemek suç mu? Yasalarımızda böyle bir suç tanımı var mı? Hayır, yok. Aksine biz yasada ve yönetmelikte yazanın uygulanmasını istiyoruz. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası'nın 91. Maddesinden atıf ile Geçici Koruma Yönetmeliği'nin 14. maddesi; geçici koruma verilen Suriyelilerin, Suriye'de iç savaş sona erince, geçici koruma statüsünün sona ereceğini ve geri dönüşün esas olacağını ifade ediyor. Suriye'de iç savaşın sona erdiğine kim karar verecek? Türkiye. Biz de Zafer Partisi olarak Suriye'de iç savaşın sona ermesi ile birlikte geçici koruma statüsünü sona erdireceğimizi ve ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyelileri, Türkiye'nin dostları olarak vatanlarına yollayacağımızı ifade ettik.
Sayın Hâkim;
Zafer Partisi'nin ülkemize sığınmacı ve kaçak olarak gelen milyonlara karşı politik tavrı ve politikaları psikolojik kökenli bir yabancı düşmanlığı değil, gerçekçi bir milli güvenlik endişesiyle karşı çıkıştır. Geçmişte de bir çok kez ifade ettiğim gibi; biz Cumhuriyeti hukukla kurduk. İstiklal Savaşı döneminde dahi hukuktan sapmadık. Bugün de ülkemizi hukuka aykırı şekilde savunmaya ihtiyacımız yok. Fiillerimin hepsi hukuka uygundur ve bundan sonra da hukuka uygun olacaktır. Fiillerimin hukuka uygunluğu bir yana;
fiillerim, hukukun bizzat tarafıma yüklediği sorumluluğun ve vatandaşlık bilincinin bir gereğidir.
Sayın Hâkim;
Sözlerime son verirken şunları ifade etmek isterim. bütün hayatımı akademik ve siyasi olarak Türk milletinin güvenliği ve refahı, Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir ülke olmasına adadım. Binlerce öğrenci yetiştirdim. Yüzlerce polis ve subaya hocalık yaptım. Ülkeme ve milletime yönelik tehditleri tespit etmek ve çözüm yollarıyla birlikte ortaya koymak için akademik ve siyasal çalışmalar yaptım. Türk milletine ve Türk devletine karşı hiçbir suç işlemedim.
Savcılık 78 gün boyunca 4 yıl süreyle yapmış olduğum bütün X paylaşımlarımı, Instagram paylaşımlarımı hatta videolarımı inceledi. Savcılığın iddianameye koyduğu hiçbir açıklamam T.C.K 216'da, maddenin gerekçesinde ve yargıtay içtihatlarında tanımlandığı şekilde suç değil. Savcının hiçbir suçu yoktur. Halkı kin ve nefrete, düşmanlığa teşvik eden paylaşımım olmadığı için bulması mümkün değildi. Ancak savcılık, Oğuzhan Kumpınar'ın iddianamenin hazırlanmasından 8 ay önce takipsizlik almış X'ini soruşturmadaki X gibi göstermesi kabul edilebilir değildir. Keza savcılığın aleyhimde olduğunu düşündüğü paylaşımlarımı koyarken, lehimde olan X paylaşımlarımı iddianameye koymaması kabul edilebilir değildir.
Sayın Hâkim;
Konuşmam boyunca ortaya delillerini koyarak ülkemizde geçici koruma altında bulunan Suriyelilerin ve kaçak olarak gelenlerin ülkelerine güven içinde, devletler hukuku ve milli hukukumuza uygun şekilde geri dönmelerini savunduğumu açıkladım. Yine konuşmam boyunca kanıtları ile; değil kışkırtma, düşmanlaştırma ve tahrik etmek aksine kışkırtanlar ile, tahrik etmeye çalışanlar ile mücadele ettiğimi, davalar açtığımı, suç duyurularında bulunduğumu ortaya koydum. Çünkü ben yıllardan bu yana Stratejik Göç Mühendisliğini gerçekleştiren emperyalizmin, ülkemizi istikrarsızlaştırma programı ile mücadele ediyorum. Ve ne yazık ki; küresel göç çağında, ülkesine yönelik kontrolsüz göçe karşı çıktığı için bütün dünyada tutuklanan tek politikacıyım.
Sayın Hâkim;
Burada bulunmamın, Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile hakkımda dava açılmasının, 21 Ocak'ta Ankara Başsavcılığı'nın 11 iddianame hazırlamasının nedeni; PKK terör örgütü baş yöneticisi A. Öcalan ile yürütülen görüşmelere eleştiriler yöneltmemdir. PKK terör örgütüne güvenilmeyeceğini düşünmemdir. PKK'nın ancak dizleri üzerine çökerek, teslim oluyorum demesi durumunda muhatap alınması gerektiğini savunmamdır. Bu gerçeği bütün dünya ve büyük Türk Milleti biliyor. Tarih böyle kaydedecek. 100 sene sonra tarih kitaplarında “Ümit Özdağ, Kayseri'de olayları kışkırttığı için yargılandı” diye yazmayacak. “PKK'ya güvenmeyin, Anayasayı değiştirmeyin dediği için yargılandı” diye yazacak.
bütün bu bilgiler ışığında hüküm sizin, adalet Allah'ındır. Umarım Türk Milleti adına vereceğiniz hükmünüz, milletin vicdanını ve adaleti temsil eder.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Ümit Özdağ Zafer Partisi Genel Başkanı"
ne yazik ki yasamini yitirmis.
topragi bol olsun, cok sevilen bir insandi.
https://www.sozcu.com.tr/son-dakika-ferdi-zeyrek-hayatini-kaybetti-p182334
topragi bol olsun, cok sevilen bir insandi.
https://www.sozcu.com.tr/son-dakika-ferdi-zeyrek-hayatini-kaybetti-p182334
uyusturucu kullanmak, aile ici siddet ve benzeri suclardan cezaevindeydi. 10. yargı paketi kapsaminda tahliye olmus.
son zamanlarda dinledigim en etkili sese sahip bir rus kizi. hatta elf kizi demek daha dogru sanki. bu ses nasil cikiyor nerden cikiyor bilimsel olarak incelenmeli kesinlikle.
ama oncesinde dinlenmeli;
ama oncesinde dinlenmeli;
sarkiyi bir de su gencecik kizdan dinlemek lazim;
chp'li manisa buyuksehir belediye baskani.
ne yazik ki evinde elektrige carpilmis ve kalbi 70 dakika boyunca durmus. mudahalelerin ardindan kalbi yeniden calistirilmis ama durumu agir deniyor.
acil sifalar dilerim.
https://www.sozcu.com.tr/son-dakika-chp-li-ferdi-zeyrek-hastaneye-kaldirildi-durumu-kritik-p181538
ne yazik ki evinde elektrige carpilmis ve kalbi 70 dakika boyunca durmus. mudahalelerin ardindan kalbi yeniden calistirilmis ama durumu agir deniyor.
acil sifalar dilerim.
https://www.sozcu.com.tr/son-dakika-chp-li-ferdi-zeyrek-hastaneye-kaldirildi-durumu-kritik-p181538
2025 senesi icin olani bugun basladi, inanan herkese mubarek olsun.
not: mumkunse bayrami kanla kutlamayin, hayvanlara kiymayin.
not: mumkunse bayrami kanla kutlamayin, hayvanlara kiymayin.
yeniden meclis baskanligina secildi.
tahliyeler ankara basta olmak uzere tum cezaevlerinde basladi.
Özgür Özel hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ile ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle yeni soruşturma başlatıldı.
Başsavcılıktan yapılan açıklamada soruşturma gerekçesinin "yargı görevi yapanı görevini yapmasını engellemek amacıyla tehdit" ve "kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret" olduğu belirtildi.
Başsavcılıktan yapılan açıklamada soruşturma gerekçesinin "yargı görevi yapanı görevini yapmasını engellemek amacıyla tehdit" ve "kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret" olduğu belirtildi.
bugun nihayet mecliste kabul edildi ve resmi gazetede yayinlandi. bu paketle birlikte sabaha kadar en az 19 bin kisi tahliye edilecek.
https://www.sozcu.com.tr/infaz-yasasi-yururluge-girdi-p180882
https://www.sozcu.com.tr/infaz-yasasi-yururluge-girdi-p180882
akciğer kanseriymis. bugun entübe edilmis.
allah sifa versin.
allah sifa versin.
yapilan aciklamaya gore kullanici hesaplarina inceleme baslatilmis. hesap sahibi hesabina girebiliyor ama finansal bir islem yapamiyor.
https://www.sozcu.com.tr/papara-daki-kullanici-hesaplarina-inceleme-baslatildi-bakiyelere-gecici-bloke-geldi-p180815
https://www.sozcu.com.tr/papara-daki-kullanici-hesaplarina-inceleme-baslatildi-bakiyelere-gecici-bloke-geldi-p180815
son on onbes gundur single playerini yeniden oynuyorum, yine cok heyecanli yine cok guzel.
arkadas oyna oyna bitmedi, gunlerimi gecelerimi aldi ama yok, bitmiyor masallah.
edit: adamlar ucaktan parasutle atlayip teksas'a döndüler ve bitti oyun.
arkadas oyna oyna bitmedi, gunlerimi gecelerimi aldi ama yok, bitmiyor masallah.
edit: adamlar ucaktan parasutle atlayip teksas'a döndüler ve bitti oyun.
gece saat 02.17 de mugla'da marmaris aciklarinda 5.8 siddetinde bir deprem meydana geldi. ilk belirlemelere gore depremde 14 yasinda bir kisi panik atak gecirerek yasamini yitirdi, 69 kisi ise hafif yaralandi. deprem 67.91km derinlikle meydana gelirken komsu pek cok ilde de hissedildi. depremde baska bir olumsuzluk yasanmadi.
sarkiyi bir de 14 yasindaki tuana'dan dinlemek lazim.
dem parti eş başkanı, adana milletvekili.
bir kaç serefsiz geliyor, kendi halinde oturan cocuklardan birinin kolyesini gasp ediyor.
sebep?
gayet mulayim tipler oldugu icin.
elemana ev hapsi verilmis 18 yasindan kucuk oldugu icin. toplumun geldigi nokta.
https://x.com/asayisberkemal0/status/1929073229177499717?s=46
sebep?
gayet mulayim tipler oldugu icin.
elemana ev hapsi verilmis 18 yasindan kucuk oldugu icin. toplumun geldigi nokta.
https://x.com/asayisberkemal0/status/1929073229177499717?s=46
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?